Bir tvN klasiği daha; Chicago Typewriter. Üzerine uzun uzun yazılar yazabileceğim dizi. O kadar derin hisler içindeyim ki yazacağım her kelime dizi için anlamsız kalacakmış gibi geliyor. Uzun süredir kalbime bu kadar derinden dokunan bir dizi olmamıştı. Dizinin senaristliğini The Moon Embracing The Sun ve Kill Me Heal Me dizilerinden hatırladığımız Jin Soo Wan yaparken yönetmen koltuğunda ise Emergency Couple dizisinden hatırladığımız Kim Cheol Kyu oturuyor.Dizi, 1930’lu yıllarda Japon sömürgesi altında yaşayan ve reenkarnasyon ile günümüzde tekrar dünyaya gelen yazarların etrafında dönmektedir. Günümüzde bu yazarlardan biri kitapları çok satan bir yazar, biri gizemli bir hayalet yazar ve diğeri ise kitapları çok satan yazarın anti-fanı olarak yaşamaktadır.
Yoo Ah In; dizide Han Se Joo karakterini canlandırıyor. Daha önce Sungkyunkwan Scandal, Fashion King, Jang Ok Jung, Living by Love, Six Flying Dragons, Descendants of the Sun (konuk oyuncu) dizilerinde izledim. Han Seo Joo kitapları çok satan bir yazar. Film yıldızlarını aratmayacak bir görünüme sahip olduğu için ona 'Edebiyat Dünyasının İdolü' denmektedir. Onun karakteri melankolik, hassas ve çekingen bir kişiliğe sahiptir ve huysuzun tekidir. Yoo Ah In, son yılların en başarılı aktörlerinden biri. Six Flying Dragons dizisiyle yakaladığı eşsiz başarının üzerine Chicago Typewriter sergilediği performans takdire şayandı.
Lim Soo Jung, dizide Jeon Seol karakterini canlandırıyor. Daha önce Sorry, I Love You dizisinde izlemiştim. Uzun yılar sonra onu bir yapımda izlediğim için mutluyum. Dizide Han Se-Joo’nun çok büyük bir fanı olan aynı zamanda fan kulübünün başkanıdır.O, bir veterinerlik bölümünü bitirmiş olmasına rağmen kendi işini yapmak yerine yarı zamanlı işlerde çalışmaktadır. Onun yapmaktan en çok keyif aldığı şey kitap okumaktır.
Go Kyung Pyo; dizide Yoo Jin Oh karakterini canlandırıyor. Daha önce Flower Boy Next Door, Naeil's Cantabile, Warm and Cozy, Reply 1988, Jealousy Incarnate dizilerinde izledim. Hayalet yazarı olan Yoo Jin O karakteri hiç kuşkusuz dizinin en çok dikkat çeken karakteri oldu. Onun gizemi diziye müthş bir hava kattı diyebilirim. Go Kyung Pyo'nun Reply 1988 ile başlayan yükselişi hızla devam ediyor ve bu dizinin ardından başrolü kaptı.
Yoo Ah In, ilk izlediğim yapımından bu diziye kadar her yapımını hiç kaçırmadan izlemeye çalıştım. Hepsi bir yana fakat Six Flying Dragon bir yanaydı. Bir tarihi dizide başarabilecek her şeyi başarmış bir aktör Yoo Ah In. Onu 1930/2017 yılları arasında geçişler olan bir yapımda izlemek aşırı keyif verdi. Tarihi dizilere çok yakışıyor olabilir fakat bir sonraki yapımı kesinlikle dönem dizisi olmalı. Müthiş bir performans sergiledi diyebilirim. Six Flying Dragon diziyle yükselttiği çıtasını bu diziyle uzaya çıkardı. Bir sonraki yapımıyla arşa çıkaracağını düşünüyorum. Go Kyung Po'ya gelecek olursam; Reply 1988 ile yükselişe geçtiği kariyerine Jealousy Incarnate iyi bir seçim yapmış olan oyuncu kesinlikle bu dizinin ardından kimse onu durduramaz artık. Öyle de oldu ilk başrolünü aldı. Yakışır. Söylemeden edemeyeceğim bir şey var ki; Geçmiş ve gelecek arasındaki bağlantının bu denli etkileyici olmasındaki en büyük etken; kesinlikle Yoo Jin Oh/Shin Yul karakterinin aktardığı güzel duygulardı. Lim Soo Young; Seol karkateriyle ilk bölümler rolüne oturmadığını düşünsem 1930'da ki Soo Hyun'un ile çok iyi iş çıkardı diyebilirim. Beni orada kendine bağladı. Oyuncular arasındaki etkileşimi en çok Yoo Ah In ve Go Kyung Po arasında hissettim. İkisinin birbiriyle olan uyumu takdire şayandı.
Senaryo, oyuncular, mekanlar, müzikler, karakterler çok başarılıydı. Teknik açıdan geçmişteki atmosfer renkler ve sinematografi günümüzdekinden daha başarılıydı.Oyunculuk konusunda üç başrol için övgü dışında söyleyeceğim bir şey yok ama ben daha çok Yoo Ah In için başladığı diziyi Go Kyung Pyo için devam ettim diyebilirim ve bundan sonra başrol oynayacak olmasına ayrı sevindim. Günümüz sahnelerinde de kütüphaneler harikaydı. Hemen gidip yüksek tavanlı ev, kütüphane ve kitaplar sipariş etme isteği veriyordu insana.
Diziyi 2 kısımda inceleyebiliriz..1930lar ve günümüz. 1930larda oyuncular rolüne çok iyi oturmuş.İlk hayatları üzerine bir dram çekilseymiş bile dizi kesinlikle başyapıt olabilirmiş. Dönem dizilerine bayılıyorum. Ülkemizde bir Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya hayranı olarak donem dizilerine ayrı bir ilgi duyuyorum. Hatta örgüt liderinin kim olduğunu ögrendiğim anda Kurşun Yarası dizisi de zaman zaman aklıma geldi. Dizi 1930'ları mükemmele resmetmiş. Dizinin en merhametlisi Hui Young, en sadığı So Hyeon, en pişmanı ise tabi ki Shin Yul dü. Se Joo olarak bile hala liderliğini koruyan Hui Young'u bir 20 bölüm daha izleyebilirdim. Çok güçlü, özgüvenli, güvenilir, sağlam bir profildi. So Hyeon ise mükemmeldi. Gerçekten diziyi baştan sona hayranlıkla izledim
Senaryo, oyuncular, mekanlar, müzikler, karakterler çok başarılıydı. Teknik açıdan geçmişteki atmosfer renkler ve sinematografi günümüzdekinden daha başarılıydı.Oyunculuk konusunda üç başrol için övgü dışında söyleyeceğim bir şey yok ama ben daha çok Yoo Ah In için başladığı diziyi Go Kyung Pyo için devam ettim diyebilirim ve bundan sonra başrol oynayacak olmasına ayrı sevindim. Günümüz sahnelerinde de kütüphaneler harikaydı. Hemen gidip yüksek tavanlı ev, kütüphane ve kitaplar sipariş etme isteği veriyordu insana.
Diziyi 2 kısımda inceleyebiliriz..1930lar ve günümüz. 1930larda oyuncular rolüne çok iyi oturmuş.İlk hayatları üzerine bir dram çekilseymiş bile dizi kesinlikle başyapıt olabilirmiş. Dönem dizilerine bayılıyorum. Ülkemizde bir Hatırla Sevgili, Çemberimde Gül Oya hayranı olarak donem dizilerine ayrı bir ilgi duyuyorum. Hatta örgüt liderinin kim olduğunu ögrendiğim anda Kurşun Yarası dizisi de zaman zaman aklıma geldi. Dizi 1930'ları mükemmele resmetmiş. Dizinin en merhametlisi Hui Young, en sadığı So Hyeon, en pişmanı ise tabi ki Shin Yul dü. Se Joo olarak bile hala liderliğini koruyan Hui Young'u bir 20 bölüm daha izleyebilirdim. Çok güçlü, özgüvenli, güvenilir, sağlam bir profildi. So Hyeon ise mükemmeldi. Gerçekten diziyi baştan sona hayranlıkla izledim
Bu nasıl güzel bir dizayndır okunmak üzere birçok kitap içinde çifte aşk resmen. Kitap kurdu değilim ama kitap kurdu olan arkadaşlarım varsa eminim ağızlarının suyu akıyordur. Zira o evde bulunan kitaplar Seul Şehir kütüphanesinde bile yoktur.
Bundan sonrası spolier içerir.
Senarist, Kill me Heal Me yazarı olunca böyle harika bir dizi ortaya çıkması çok normal.15.bölümün ardından 16. bölümü hemen izleyince hele o ilk mektup sahnesi beni bitirdi. Yul çok masum duruyor her ne kadar liderin ismini verse de ölümü de kendi kadar masum oldu. Birçok pişmanlığı vardı ve hepsini geri ödeyip öyle tekrar geri gitti. Dostlukları harikaydı hem geçmişte hem günümüzde üçü çok naif ve güzeldi.
Dizi o kadar fazla şey anlatıyor ki. Bir sürü ihtimali içinde barındırıyor. Bunlardan biri bence; genel anlamda yazarın yaratma sorununu, ilhamını yitirmesi, mesleki rekabet, kıskançlık, hatta 'aşırma' olgularını irdeleyerek, türlü güçlüklerle karşılaştıktan sonra kendini toparlaması ve bir noktada ilham perisinin geri gelmesi sonucu, yazarın yeniden yazım sürecine odaklanabilme mücadelesini işleyen bir yapımdı. Chicago Typewriter'i, yazarlar, kitaplar ve kitaplıklar için izledim. Başlardaki kopukluk ve dağınıklık, yazınsal duraksama dönemine girmiş bir yazarın duygu durumunu gözler önüne sermek amacıyla bilinçli olarak kurgulanmış gibi gözükse de, tüm Stephen King değinmelerinin ve 'Misery' parodisinin kurgu bütünlüğü içerisinde hangi amaca hizmet ettiğini doğrusu çözemedim. Tek açıklama senaristlerin Stephen King hayranlığı olabilir.Yazarın tasarladığı öyküyü reenkarnasyon temasıyla ilişkilendirmek, harmanlamak stilize bir biçim denemesi sadece. Böylelikle dizi ilginç bir temele oturmuş oldu. Yoksa gerçekte reenkarne olmuş insanlar ,hayalet yazar yok, bunların hepsi yazarın kafasındaki kurgu yani yazdığı öykü .Düz anlatımla verilse gayet yavan olurdu. Zaten son bölümde Yoo Jin Oh/Shin Yul gördüğü rüyadan söz etti, bu da bir ipucu olarak yorumlanabilir.
Shin Yul giderken ki hissettiklerim Shin Se Gi giderken hissettiklerimle aynı oldu. Üzdün be Shin Yul. Son ana kadar Hui Young liderlik ruhundan asla ödün vermedi ve hayatını vatanının bağımsızlığına adadı. doğru kelimemi kullanıyorum bilmiyorum ama çok karizmatik bir şekilde oldu vedası da. Boğazım düğümlenerek izledim. Akıllara kazınan bir sahne oldu. Sonu mutlu bitseydi bu kadar etkilemezdi beni. Goblin de benim için öyleydi, Goblin değince aklıma yok olduğu sahne ve kızın hıçkırıkları geliyor. Hep öyledir ya zaten, hüzünlü hikayeler daha akılda kalıcıdır. Bu zamana kadar içinde tuttukları aşkı böyle hazin bir sonla resmetmeleri hele kızın gitme diye bağırması yok mu of orada ağlamayan net duygusuzdur ya sonra son nefesinde liderin özledim seni demesi. Harikaydı.
Keşke her ihanet eden bu kadar pişman olsa. Shin Yul çok ağlattın bizi nasıl bir dostluksa beklemiş yıllarca verdiği sözü yerine getirip başı dik döndü arkadaşlarının yanına. Dizinin baştan sona kadar dönemler arası geçişleri o kadar ustaycaydı ki insanın gözüne batan hiçbir şey yoktu. Aşk çok yoktu ama arkadaşlık dostluk vatan için verilen mücadele çok güzel aktarıldı. Sanki dün başladım bu gün bitirdim gibiydi. Dizi favorilerimden biri oldu. Mücadele dönemlerine ait çok fazla dizi yok hep saray hayatını izliyoruz böyle diziler olsa çok güzel olur. Yaşasın dönem dizileri!
Soo Hyun'un ölümünü basit bulan izleyiciler olmuş. Onu ölümü çok etkiledi. Ailesini kaybetti. Kısa sürse de Carpe Diem'de hem vatanı için savaştı hem aşkını buldu hem dostunu.İşkencelere maruz kaldı sonra birini kaybetti, diğerini yemini için öldürmek zorunda kaldı. En zor şeyleri yaşayan oydu. Ölümü de kalbi gibi su gibi oldu. Onca şey atlattıktan sonra "uykum geldi" deyip gitmesi, beni o kadar etkiledi ki. Oyuncular öyle kaliteli ve iyilerdi ki. Sanki tüm olanları ben yaşamışım gibi içim burkuldu.
Dostlukları, aşkları ve en çokta özgürlük uğruna canları pahasına savaşmaları beni etkiledi. Tereddüt edenler varsa eğer etmesinler pişman olmayacaklar her ne kadar ilk bölümler beni fazla etkilemese de 1930'lu dönemler ve dizi biraz ilerledikten sonra iyi ki izliyorum dedim ve dizi bitince de iyi ki izlemişim dedim. Genelde dizilerde verilmek istenilen mesaj olmaz ama bu dizi de kesinlikle verilmek istenilen mesajlarla doluydu. İkinci erkeğe mi yanarsın yoksa Birinci erkeği mi seversin bilemem ama bu dizi de ikisini de bize sevdirdiğin için sağol be senarist!. Dostluk - Aşk - Özgürlük - Mücadele hepsini bir arada tattık. Özgür olun. Herşeye herkese rağmen özgür.
Dizinin müziklerine gelecek olursam; Bir ost var ki dizide izlerken canınız acıyor. Karakterlerle birlikte acı çekiyorsunuz. SG (SG WANNABE) "Writing Our Stories" tek kelimeyle harikaydı. Yerin Baek"Blooming Memories" SALTNPAPER "Satellite" Boni Pueri "Time Walk" Boni Pueri "Come With Me" Kevin Oh "Be My Light" şarkıları en az dizinin konusu ve oyunculuklar kadar harikaydı. Dizide Soo Hyun'un seslendirdiği şarkının orjinali Park Dan Ma "Wind"
Soo Hyun'un şarkıyı seslendirdiği sahneyi de buraya bırakıyorum.
Albümü dinlemek için; TIKLA
Gerçekten kelimelerle ifade edilemeyecek kadar muhteşem bir dizi. Bazıları ilk bölümlerde sıkıldı, hatta bırakmış da olabilirler. Bazılarına hitap etmeme ihtimali de var. Fakat çok çabuk sıkılan, özellikle aynı şeylerin tekrar tekrar gösterildiği dizilere katlanamayan ben bu dizide hiçbir şeyi atlamadan, büyük bir istekle her anını izledim bitsin istemiyorum. Oyuncular müthiş, özellikle beyefendilerimizin ikisi de çok tatlı, çok yakışıklı, çok sempatik ve karizmatikler. OST'ları desen beni benden aldı, sürekli dinliyorum. Geçmişle gelecek arasındaki bağlantılar harika. Sürekli kafalarda soru işareti bırakıyor ve teoriler üretip duruyorsunuz, ama ilk başta aklınıza gelen şeylerle çok alakasız şeylerin olduğunu, ama bu olanların daha mantıklı şeyler olduğunu, yani orijinal, güzel bir kurgusu olduğunu görüyorsunuz. Durum böyle olunca her bölümü heyecanla bekliyorsunuz. Şu an gerçekten güzelliğini tarif edecek kelimeleri bulamıyorum ve o yüzden bunlar dışında söyleyebileceğim tek şey: Hiç vakit kaybetmeden, kararsız kalmadan hemen başlayın.