23 May 2016

Inside Out- Ters Yüz


Gerilmiş bir yay hissiyatı içinde izlediğim, Disney ve Pixar'ın ortak yapımı olan Inside Out (Ters Yüz)'un orjinal fikri Pete Docter'a ait. Animasyonun senaristliğini Michael Arndt yaparken yönetmenliğini ise, Ronaldo Del Carmen üstlendi.

Riley için hayat babasının San Francisco'da yeni bir işe başlamasıyla baştan aşağı değişir. Çocukluğunu geçirdiği şehri geride bırakan Riley'ı yaşamında; yeni ev, okul ve arkadaşlar beklemektedir.

Küçük Riley böyle bir değişime hazır mı?

Doğumundan bu yana  Riley'nin zihnindeki duygular bu beklenmedik değişiklikle karşı karşıya kalınca ne gibi tepkiler verecek?

Bunlar gibi biriken soruların cevabını bir bütün olarak 95 dakika sonunda alacağınız harika bir animasyon sizlerle.

Filmin yapım sürecinde Riley karakteri için yazarlar 27 farklı duygu üzerinde çalışmış ve sonunda beş duyguya Neşe, üzüntü, nefret, korku ve öfke'de kara kılmış. Filmin yapım süresi ise beş buçuk yıl kadar sürmüş. Bir sürü detaya özenle hazırlanılmış olan filmi.


Benim filmde beğendiğim iki nokta var.

Birincisi, üzüntünün resmedilişi. Hep biraz tembeli core memory olarak adlandırılan anılara dokunmaktan kendini alamayan ve onları mutsuz yapan ama çok da iyi niyetli olması Üzgün olmanın aslında bize nasıl hissettirdiği, bizim davranışlarımıza nasıl yön verdiği harika aktarılmış. Bazen üzülüyoruz ve yaşadığımız her şey korkunç geliyor. Yatağımızda sadece uyumak istemiyor muyuz? Bunun bize çoğu zaman iyi geldiği, ağlayınca çok daha rahatladığımız olmuyor mu? Hele bir de mutluluğun tadına hep mutsuz günlerden sonra daha iyi varmıyor muyuz?

İkinci sevdiğim noktada karakterlerimizi oluşturan adalar. Hepimizin eminim çok değer verdiği kişiliğimizi şekillendiren bizi biz yapan devasa adımlarımız var. Bunlar arkadaş, aile dürüstlük adaları da olabilir. Film boyunca adalar grileşip yıkıldığı anda nasıl davranacağını bilemeyen Riley gibi değil miyiz bizlerde? Ne çok gemiler yakıldı.


Bu iki ayrıntı haricinde süpürge ile önemsiz gözüken anıların temizlenmesi, hayali arkadaş, bilinçaltının resmedilişi muhteşem olmuş. Neşelinin sürekli mutlu olmak için kendini parçalaması pek bir umut vericiydi. Bing Bong'un veda ettiği sahne gerçekten hüzünlüydü. Filmin en güzel bölümlerden biri yaratılan beş duygunun muhteşem biçimde karakterleştirilmesi.

Bir animasyonun ötesinde, normal bir filmde işlenecek alt metinlerin ve mesajların verildiği komple bir yapım izledim. Aslında herkesin hayatında temel aldığı neşeli olma zorunluluğunu açığa seriyor. Hayatımızın temelinde sanki her anımızda  neşeli olmak zorundaymışız gibi davranmamızı eleştiriyorlar ve bunların sonunda diyorlar ki; önemli olan duygularının özgürlüğü, gizlemekten sakın korkma! Çünkü var olacak neşe kaynağı, bir üzüntü kaynaklı da çıkabilir. İşte tam burada öyle bir evren çizilmiş ki, genci yaşlısı herkesi düşündürecek nitelikte.

Bilinç altı, rüya, hafızalar, hayaller ve daha birçok şeyi mükemmel şekilde dizayn etmişler. Üzüntü karakteri yaratılan diğer duygu tipleri içerinde en tatlısıydı.  Bu da üzüntülerimize yaklaşma biçimimiz bakımında bize biraz daha yakın tutulmasından kaynaklanıyor.

Pixar ve Walt Disney ortaklığıyla birlikte harika bir iş ortaya çıkmış. Teknik açıdan kusur aramak neredeyse sıfıra yakın olmasıyla birlikte, normal şartlarda kalitesiz olduğu için dublaj olarak bir yapımı izlemek işkence gibi gelse de filmin Türkçe dublajı başarılı ve kusursuza yakındı diyebilirim. Üzüntü Gupse Özay, Neşe Aysun Topar, Korku Murat Şen, Öfke Ercan Şimşek, Nefret Suzan Acun, Bing Bong Engin Alkan seslendirdi. 

Inside Out filminde sorunların üstesinden gelebilmek için üzüntüye de ihtiyaç duyulabileceği mesajıyla birlikte, bazı hatıralar bizi çok mutlu etseler bile geçmişte bırakmak zorunda olduğumuzun mesajını dibine kadar alacağınız bu filmi kesinlikle izleyin, izlettirin.

12 Şub 2016

Interstellar


Gelmiş geçmiş en iyi birkaç bilim-kurgu filminden biri olan Insterstellar (Yıldızlararası) filminin senaryosu Nolan kardeşlerin elinden geçerken yönetmen koltuğuna ise Christopher Nolan oturuyor. Ünlü yönetmen tabiri caizse her geçen gün Steven Spielberg'ün yerini almaya bir adım daha yaklaşıyor. Yönetmenlik kariyeri boyunca ilk filminden bu yana kadar kötü diyerek eleştirebilecek hiçbir yapıma imza atmadı. Bir ekol haline gelen Nolan yine destansı bir şovu bizlere gururla sundu. Şimdiye kadar hep merak konusu olan uzayda ki kara delikleri tema edinen film; Amerika'nın Büyük Burhan döneminde yaşanan kuraklıktan ilham alınarak 1930'larda ekonomik kriz yaşanırken bir yandan kuraklık ve rüzgar erozyonunun önlenememesi sebebiyle toprak toza dönüşmüş. Kirli 30'lar olarak anılan dönemde yaşayan insanlarla çekilen 2012 tarihli The Dust Bowl belgeseli Nolan kardeşlere ilham olmuş.

Filmin ana karakterleri Matthew McConaughey, Anna Hathaway, Jessica Chastain, Elyes Gabel, Wes Bentley ve Matt Damon  filmin ana karakterleri olarak yer alıyorlar.
Yasal Uyarı: Bundan sonra ki 3 paragraf spolier içeriyor.
En güzel sahnelerden biri de kuşkusuz bağıl açısal hızı sıfırlayıp kendilerini ana gemiye bağladıkları sahne oldu. İzafiyet bir kez daha devreye çıktı. Hem de bildiğimiz basit lise 1 hız fizik kuralları ile.

2.gezegende kaşiflerin henüz yüzeye ulaşamadıklarını izledik. Gökyüzünde donmuş amonyak bulutlarının üstünde yaşamaya devam etmişler. Aşağıda ne olduğuna dair hiç bir fikirleri yok. İşte burada insanoğlu faktörü devreye giriyor.Yabancı bir galakside, bambaşka kuralların işlediği bir gezegenin üstünde bile kendi türümüzü öldürmekten çekinmiyoruz. En temel yaratılış hikayeleri de tam bunu anlatıyor. Cooper ve Dr Man'ın kavgası da bunların göstergesiydi. Milyonlarda ırka ev sahipliği yapan dünyanın döngüsü bile yüz yıllarca bu şekilde devam etti. Benim bu sahneden anladım buydu.

Geçmişe ve 3.boyuta mesaj göndermek harika bir düşünce idi. O ana ve mekan giden gravitonları fiziksel olarak etkileyerek, geçmişe mesaj göndermek, dokunabilmek. Burası sicim teorisi ile filmi bana göre zirveye çıkardığı an. Olur da gelecekte gravitonlarla mesajlaşırsak nasıl olacağını Nolan bize göstermiş oldu. Solucan deliğinin de, hayaletin de aslında Cooper'ın hayatta kalma mücadelesini sınırları aşarak zamanın içinde yolculuğu olduğunu anlıyoruz. Bununla birlikte aslında  Solucan deliğinden geçerken 5.boyuttan,4. boyuta iniş sırasında aslında orada olduğunu görünce etkisinde çıkamıyoruz.

Filminden bir alıntı ile aslında bi nevi Nolan'ın anlatmak istediği düşünceyi görebiliyoruz. 

"Şimdi dinle, aşk bizim icat ettiğimiz bir şey değil. Bu gözlemlenebilir bir şey.Güçlü de. Balki daha fazlasıdır, henüz anlamadığımız bir şeydir. Belki bir kanıttır. Belki de daha ileri bir boyutun bilinçle algılayamadığımız eseridir. On yıldır görmediğim ve muhtemelen ölü olduğunu bildiğim birine uzay boyunca sürüklendim. Aşk, zamanın ve uzayın boyutlarını aşan bildiğimiz tek şeydir. Belki de onu anlamasak da ona inanmalıyız."

Uzay solucan delikleri, bilinmezlik ve zaman kavramı. hiç Kimsenin henüz açıklayamadığı şeyleri film yapmak nasıl bir deliliktir? Nasıl bir özgüvendir? Bu kadar insanı bilinmezlere sürükleyen bir film yapabilmek nasıl bir başarıdır Sevgili Nolan? Cristopher Nolan, bu dönemin tartışmasız en değerli, kıymetli yönetmen-senaristlerden biri. Film durağan bir şekilde başlamasına rağmen sonlarına doğru akıl almaz bir hale dönüşüyor. Özellikle 5.boyut kavramını gözümü kırpmadan izledim. Okullarda öğretilen denklem ve teorileri alıp gerçek hayatta nasıl olur sorunun cevabını filme aktarmışlar. Denklemlerin sıkıcılığının aksine ortaya tam bir başyapıt çıkmış. Konusu, kurgusu zekice planmış. Çok uzun yıllar geçse bile tadından bir şey kaybetmeyecek harika bir film. 

29 Ara 2015

Star Wars:The Force Awankens


Filmde seriye yeni katılan Rey ve Finn karakterlerini çevresinde şekillenen, Karanlık Taraf olan ilk Düzenden (First Order) kaçarak hayatta kalma ve droid BB-8'e verilen gizli görevi yerine getirme öyküsü, Güç'ün yeni sahibine seslenmesiyle de farklı boyut kazanıyor. Baş karakter rollerinde oyuncular Daisy Ridley ve John Boyega'yı gördüğümüz filmde serinin fenomen karakteri de geri dönüyor. Kadrosunda Ridley ve Boyega'nın yanı sıra ayrıca Oscar Isaac, Lupita Nyong'o, Gwendoline Christine, Adam Driver'ın da yer aldığı filmin orjinal kadrosunda bulunan Harrison Ford, Carrie Fisher, Mark, Hamil, Peter Mayhew de bu filmle birlikte geri dönüyor.

Lucas Film'in yapımcılığında hayata geçirilen filmin yönetmen koltuğunda ise J.J. Abrams oturuyor. Abrams'ın Star Trek filmiyle yola çıktığı alt düzey uzay seremonisinde kendini kanıtlamasıyla bir de bir üst düzey olay Star Wars'ı deneyeyim diyerek çıktığı yolda yer yer serinin efsane yönetmeni George Lucas'ı aramış olsak dahi aslında Abrams'ın eski ve yeni arasında kurduğu bağlantı filmi olan The Force Awakens özgünlüğü kaybetmediği için iyi  bir iş çıkardığı düşüncesindeyim. Zira; bir çok Star Wars hayranı gibi aklımdaki tek bir soru var idi. Yönetmenlik koltuğunu George Lucas'dan devralan J. J. Abrams'ın nasıl bir iş çıkaracağı düşüncesiydi. Film izlerken anlıyorsunuz ki başarılı yönetmen Star Wars serisinin son yıllarda çekilen filmlerine iyi çalışmış ve bir çok izleyiciyi tatmin edecek şekilde isteklerini yerine getirmiş. Özelikle Lucas'ın eski filmlerde oluşturduğu kendine özgü dokusunu beyazperdeye harika bir şekilde yansıttığı kanaatindeyim.

Hikayesi ve kurgusu kuvvetli fimleri takip eden biri olarak Star Wars serisinin 4-5-6'yı kendi içinde, 1-2-3'ü kendi içinde değerlendiriyorum. Star Wars'un son üçlemesi o dönemin detay ve felsefe harikası olmasının yanında aynı zamanda dönemimin çok ötesinde öngörülere sahip özel bir film. Star Wars 1-2-3 ise 4-5-6'nın bazı hususlarını detaylandırıldı kanaatindeyim.


Star Wars filmlerinin konu itibari ile en çok yoğunlaştığı, clon savaşlarından bir miktar öncesi ve bir miktar sonrası, bu döneme ait 6 film, 9 cilt çizgi romanın arasında bir kitap, müstakil yazılmış kişileri anlatan kitaplar ve bunların toplamı neredeyse 40 seneye sığan bir dönem. Bu hikayeleri bilmeden veya anlamadan film hakkında esaslı yorum yapması oldukça zor. SW4 öncesi hikayede Jedi külliyatı sıfırlanmış idi. Sonrasında ise artık gücü öğrenmeye çalışan ellerinde neredeyse hiç bir belge ve bilgi olmayan bir grup Jedi talebesini yeni üçlemenin ilk filmi  ancak bu kadar iyi işleyebilirdi.

The Force Awankes, 6. filmin 30 yıl sonrasında geçiyor. Bizi yıldızlar arası savaşa tekrardan sürüklüyor. Bu sefer İlk Düzen adıyla karşımıza çıkan kötü tarafta lider olarak Kylo Ren karakterini görüyoruz. Star Wars filmlerinde kült kötü karakterler arasında adını yazdırmış olan Darth Vader evrene tehdit saçıyordu. Vader gibi kötü bir karakterden sonra afişlerde ve fragmanda Kylo Ren'i görünce ondan da bir Darth Vader olmasa da onun ayarında bir kötü karakter çıkacağını düşünmüştüm. Fakat beklediğimin altında vasat buldum diyebilirim. Bu filmde diğer filmlerle kıyaslanmayacak kadar espiri ve komedi vardı. Bunu sağlayan başlıca karakter ise Finn idi. Seriye bu film ile dahil olan karakterimiz yerinde ve dozundaydı. Bir diğer yeni nesil karakter ise Rey, yüksek olasılıkla direnişin lideri olarak yer alacağı düşüncesindeyim.

star wars


Efsaneleşmiş Star Wars filmlerini tekrar tekrar izleyen, kitaplarını, çizgi romanlarını okuyarak her daim bu oluşumun bir hayranı olarak filmin senaryo açısından eksikliği, hikaye derinliği idi. Star Wars'ın bu kadar hayran kitlesine sahip olması gözümüzle gördüğümüz ana hikaye değil. Arka planda biraz işlendikten sonra genişçe hayal gücümüze şekil verdiğimiz bu muazzam evren; sonsuz sayıda ve harika yaratılabilecek gezenler, ırklar, politikalar, olay görgüleri vs. The Force Awankens ile bu duyguyu yakalayamıyoruz. Bunun nedenin ise, geçiş filmi olduğu düşüncesinin hakim olması. Bu şekilde düşünmemize sebep olan ise; Star Wars daha önceden bildiğimi geçiş filmi olan The New Hope filminin devamı gibi hissettirmesi. Bu şekilde hissetmemizin temelinde aslında JJ Ambrams'ın bir nevi stratejisi olduğu aşikar. Zira serideki benzer olguları işleyip o duyguları yakalayarak eski hayranları memnun edip onları kazanarak fazla risk almadan yoluna devam etmesi oldu.

Film güzel, görseller harika, yeni karakterleri sevdik. Biz Star Wars sevenler ikinci film çıkana kadar onlarca kez daga seyredip tüm detaylara vakıf olacağız. Star Wars evrenini 3D olarak görmek oldukça hoştu. Gerek uzay savaşları gerek ışın kılıcı dövüşleri 3D olarak çok güzel bir tat bıraktı ve görsellik olarak muhteşem bir şov sundu. Eski serilere kıyasla artısı olarak kesinlikle teknolojinin verimli kullanılmasını örnek gösterebilir ve filmi mümkünse 3D olarak izlemenizi  tavsiye ederim. Güç sizinle olsun.olsun.

11 Ağu 2015

The Last 5 Years


The Last 5 Years (SOn 5 Yıl), Not: Seni Seviyorum ve Muhteşem Yaratıklar gibi filmlerde yarattığı romantizm ile kendisini kanıtlamış olan Richard LaGravenese bu defa yönetmenliğin yanında filmin senaristliğini de üstleniyor. Filmin müziklerini yapan besteci Jason Robert Brown, hikayesinin ana temasına kendi hayatından esintisini katmış olsa gerek ki deneyimsizlikleri senaryo da fazlasıyla belli oluyor.

Dilmin hikayesi iki karakter üzerinden ilerliyor. Jamie Wallerstein, umut eden, yetenekli ve kariyerinde yükselişe geçmiş olan bir roman yazarıdır. Cahy Hyatt ise, oyunculuk kariyerinde sorunlar yaşayan, hırslı genç bir aktristtir. Birliktelik yaşayan bu ikilinin hayatları, Jamei'nin son romanıyla edebiyat dünyasında başarıyı yakalaması ve Catthy'nin müzikal oyunlarda ayakta kalmaya çalışareak hayatına devam etmesiyle değişir. Filmi izlerken istemeden alışıla gelmiş bir aşk hikayesinin içinde buluyoruz kendimizi. Bir yazar olarak hedeflemiş olduğu en uç noktaya gelen Jamie, şöhretin vermiş olduğu sarhoşluğun içinde dolanırkni hedefi Broadway'de sahneye çıkmak olan Cathy'nin şansı ise sevgilisi kadar yaver gitmiyor maalesef. Jamie'yi kıskanmasıyla başlayan alışılagelmiş ilişki problemlerinin üstüne şöhretin farklı basamaklarında verdikleri mücadele de eklenince ikilinin arasında büyük sorunlar ortaya çıkmaya başlar.

The Last 5 Years her ne kadar müzikal film kategorisinde yerini almış olsa da, fazlasıyla sıradanlaşmış senaryosu ile sınıfta kalmayı hak eden bir yapım. Aslında filmin en büyük kozu olan müziklerin ön planda olması gerekirken ne yazık ki orada bile çuvallayarak beklenilenin oldukça altında kalıyr. Basit yazılmış diyalogların filmin melodik parçalarıyla bütünlük sağlamamasından dolayı müzikal olarak adlandırılan film neredeyse bir şiir dinletisi haline bürünüyor. Hem konunun klişe oluşu, hem de müziklerinin umut vaad etmediğini düşünecek olursak gözlerimizi filmde ki oyunculuklara çevirmek zorunda kalıyoruz. Cathy Hyatt rolünde izlediğimiz Anna Kendrick, filmin kayda değer oyunculuğunu yerine getiren tek kişi diyebilirim. Böylesine basit bir senaryo karşısında bile yetenekleri sayesinde elinden gelenin fazlasını yaptığını görmek güç değil. Fakat kendisini bir müzik fenomeni olmasına rağmen müzikal temalı filmlere fazla bulaşmaması kariyeri açısından daha iyi olur düşüncesindeyim. Ayrıca Kendrick'in filmde ki partneri Jordon'la aralarında ki uyumsuzluk ve onun kendine has mimik bazlı sıkıntıları film boyunca oldukça göze batıyor.

Bu kadar olumsuzluğun yanında filmin görselliğine, sahne geçişleri ve montaj tekniklerine söz söylemek yanlış olur. İşlenen senaryonun bayatlığı yüzünden bunun gibi olumlu yapılanmalar yine de filmi başarısını kurtarmaya yetmediği gibi izleyiciye de pek umut vaad etmiyor. Sonuç olarak izleseniz bir şey kazanmayacağınız, izlemezseniz bir şey kaybetmeyeceğiniz bir film The Last 5 Yers, sıradan bir müzikal olarak sinema dünyasında ki yerini almış bulunuyor.

3 Ağu 2015

Colt 45


Senaryosunu Fathi Bediar'ın ve yönetmenliğini ise 2014 yılında çektiği Alleluia ile Cannes Film Festivali'ne dahil olmayı başarmış Belçikalı Fabrice Du Welz'in üstlendiği Colt 45 (Büyük Tuzak), 20'li yaşlarında ki Vincet Miller etrafında dönüyor. Genç ve yetenekli polis memuru olan kahramanımız keskin nişan konusunda üstün yeteneğe sahiptir. Polis teşkilatı içinde atış eğitmenliği görevini yerine getiren ve her attığını vuran Vincet'i üstleri sahada görev almasını istese de o, polis olan babasını gizli bir görv sonucu kaybettiği için teşkilatın içinde kalmayı tercih eder. Fakat, Vincet'ın haytaı kendisi gibi aynı yeteneğe sahip olan polis teşkilatının yobazlaşmış üyelerinden biri olan Milo(Joey Star) ile tanıştıktan sonra değişmeye başlar. Vincet'ın kısa süre içinde istemeden, babasının en yakın arkadaşı olan Christian Chavez (Gerard Lanvin) da yer aldığı iki polis arasında geçen bir kavganın içine dahil olması, artık içindeki cevheri çıkarmasının zamanının geldiğini gösterir.
Komploya kurban gitme, kötülerle aynı tarafta olmaya zorlanma, polis teşkilatı içinde ki ihanetler gibi yer alan klişeleri düşünecek olursak, senaryoda yaratıcılık konusunda ki eksiklikler fazlasıyla göze çarpıyor. Örneğin en büyük sıkıntılardan birisi, üzerinde durulmadan kuru bir telefon görüşmesiyle gerçekleştirilen Vincent ile Chavez arasında ki baba-oğul ilişkisi. Senarist Fathi Beddiat, karakterlerin derinliğine girmek yerine ilişkiyi üstün kötü işleyerek seyirciye karşı inandırıcılık konusunda biraz yalpalanıyor.Filmin ilk yarısında dramatikleşen olaylari ikinci yarısından sonra alışıla gelmiş aksiyon sahneleri ve yaratılan gerilimle beraber kısa sürede çözülüyor. Çekimlerin başarısından kaynaklanan çatışma sahneleri sert ve yerinde, atmosfer ve kurgu düzgün fakat nedense sizi içine çekemeyecek kadar tek düze ilerleyen bir yapısı var filmin. Heyecan ve gerilime ağırlık verilmesi gereken yerlerde gereksiz karakter tahlilleri, ,izleyicinin filme olan bağlılığının azalmasına neden oluyor.

Yönetmenin konunun alt metnine yerleştirdiği, Fransız polisinin kendi içinde gerilim yaratan gruplaşmalarını ve entrika zincirini dürüstçe anlatması sanırın bu işlerin nasıl yürüdüğünün bir örneği. Daha önce elle tutulu yapımlarda oynamış Joey Starr ve Fransızların başarılı aktörlerinden Garard Lanvin'in oyunculuklarının yanında Vincet'i canlandıran genç Ymannol Perset'ın fazlasıyla sönük kalmasını henüz oynadığı ilk film olmasına bağlıyoruz.

Fransız aksiyonu Colt 45'in güzel müziklerle süslenmiş aksiyon sahneleriyle dolu olmasına rağmen, klişelere bürünmüş senaryosu ve orta seviyede ki oyunculukları yüzünden seyret unut tarzında bir film olarak kalacağı kesin.

Eleştiri yazlılarım için; TIKLA

Begin Again


2013 yapımı olan "Begin Again" Mark Ruffalo, Keira Knightley, Marron 5 grubunun solisti Adam Leving gibi başarılı isimlerin yer aldığı romantil-müzikal türünde bir yapım. Yönetmeliğini "Once" filmiyle harikulade bir çıkarmış olan John Carnet üstlenmekte. Fakat ne yazık ki Begin Again, her ne kadar "Once" havasını yaşatan bir yapım olsa da, ne oyunculukları ne de müziği ile onun kadar başarılı bir film değil. Fakat kendi içinde ki "indie" ruhunu senaryonun yanı sıra, kurgusunda ve görüntü yönetiminde de bir bütün olarak ele almayı başardığı için epey tutarlı ve keyifli bir film ortaya çıkmış.

Begin Again'in hikayesi, kariyerinde düşüşe girmiş, kızına babalık yapamamış ve eşinden ayrılmış bir prodüktör olan Dan (Mark Ruffalo) ile sevgilisi tarafından aldatılınca kalbi kırık şekilde New York şehrine geri dönmüş Gretta(Keira Knightley) üzerine odaklanıyor. İkisi adeta doğdukları günden bu yana bir müzik grubu kurmak için bekliyormuş gibi uyumlu bir çift olarak filme renk katıyorlar. Filmde en etkileyici rolü olmayan Dave(Adam Leving)  ise müzik piyasasına yeni adım atmış biri olarak karşımıza çıkıyor. Keira Knightley'in oyunculuğunu sevdiğim söylenemez ama filmde Gretta karakterini sevdiren bir yanı var. Her rolüm altından başarıyla kalkan Mark Ruffalo ise dilmde canlandırdığı karakterin seyircide bıraktığı samimiyet hissi ile yine tecrübesini konuşturuyor. Senaryo her ne kadar klişe görünüyor olsa bile aslında oyunculukların dozunda oluşu, filmde yer alan şarkılar, klip tadında ki grösellikler ve samimiyetin ön planda tutulması sayesinde klişelik olayı sizi rahatsız etmiyor. İzlerken çoğu yerde hikayeye odaklanmak yerine, şarkılarda olduğu gibi o anı size yaşatan anın tadını çıkarıyorsunuz. Tabi ki bu durum filmin senaryosunun vasat  olduğu anlamına gelmiyor, aksine doğallık ve sadeliğiyle yer alan diğer öğelere yoğunlaşmamızı sağlıyor.
Begin Again, müzik piyasasının geldiği son duruma ve müzik kirliliğine hafiften göndermeler yapmayı ihmal etmiyor ve doğal yollardan yapılan kayıtlar, amatör enstrüman düzenekleri ile müziğin içtenliğini gözler önüne sererek seyirciye keyifli anlar yaşatıyor. Film boyuncua müziğin gündelik yaşamın sıradan akışını sanki özelmiş gibi gösteren keyifli anlar yaşatıyor. Film boyunca müziğin gündelik yaşamın sıradan akışını sanki çok özelmiş gibi göstermesi ve hayatı anlamlı kılması çok doğru bir yaklaşım olmuş. Hikayen,n de bu düşününce üzerine inşa edilmesi bana göre filmin elle tutulur tek yanı. Ayrıca, Gretta ve Dan'in, iki jak çıkışlı bir çoğaltıcı vasıtasıyla, aynı playist ile kulaklarını doldururken, New York sokaklarını aşındırmaları filmdeki en etkileyici ve akılda kalıcı sahnelerinden birisi. İzlerken insan ilişkilerine, aile bağlarına ve bir şarkının nasıl hayata geçirildiğine tanık olduğumuz Begin Again, aslında aieisnden, sevgilisinden ya da hayatta bir şekilde darbe alıp yıkıma uğrayan insanların hayat hikayesi. Senarist ve yönetmenin el ele verip seyirciye "aslında hayal dünaysının içine çok dalmadan da her şey yoluna girebilir, güçlü kal, kendin ol" mesajını  yollaması ise neredeyse filmin ana temasını oluşturmuş durumda.

Müziğe hep yakın olan ve müziksiz yaşamayanlar için oldukça ideal bir yapım olan Begin Again, izlemeyene çok bir şey kaybettirmeyeceği gibi izleyene ise keyifli bir akşam geçirtebilir cinsten.

Eleştiri yazılarımı popülersinema.com'da okumak için; TIKLA

29 Haz 2015

Twenty

Twenty filminin senaristliğini ve yönetmenliği başarılı isim olan Lee Byung Hun üstlendi. Onun kaleminden çıkan diğer yapımlar; Sunny, Love Forecast, T.O.P'ın son filmi olan Tazza: The Hidden Card.

IMDB puanı: 7.6

Film,Lise yıllarından bu yana  arkadaş olan Choi Ho (Kim Woo Bin), Dong Woo (Lee Joon Ho) ve Gyung Jae (Kang Ha Neul) 'nin 20 yaşlarında ki serüvenlerini konu alıyor. Gençliğin verdiği tecrübesizlikler, aralarında ki arkadaşlık bağı, arkadaşlıkları, çapkınlıkları gibi bir çok öğeyi içinde barından gençlik filmi. 

Choi Ho; güzel bir kız arkadaşa (Jung Min Soo) sahip olsa dahi gözü hep dışarıdadır. Hayata dair pek bir amaca sahip olmadığından ne istediğini bilmez. Ta ki bir kaza sonucu tanıştığı Eun Hye (Jung Joo Yeon) ile karşılaşana kadar. 

Dong Woo; Hayata dair tek amacı çizgi roman sanatçısı olmaktır. Ailesinin şirketi iflas etmiş, babası terk etmiştir. Yaşadıkları maddi zorluklar yüzünden birden fazla yarı zamanlı işte çalışıp ailesine ve okul masraflarını karşılamaktadır. Onun en büyük destekçileri arkadaşları ve So Hee (Lee Yoo Bi)'dir.

Gyung Jae; üniversite birinci sınıf öğrencisidir. Hayata dair en büyük amacı büyük bir şirkette yönetici olarak çalışmaktır. 

Jung Min So; üç arkadaşın lisede aşık olduğu arkadaşlarıdır.

Lee Yoo Bi; Gyung Jae'nin kardeşidir. Dong Woo gibi çizgi roman sanatçısı olmak için hazırlanmaktadır. Dong Wo'ya aşıktır.

Çok fazla belirgin bir son olmasına gerek yok zaten gençlik yıllarının zor ve anlamsız yere geçen çabalarını anlatan bir film. Sonuç olarak askere gitmeleri ile çılgın gençlik zamanları sona eriyor. Gayet açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Güney Kore sinema sektöründe ki bir çok filme nazaran iyi bile diyebilirim.

Oyunculukları beğendim. Kim Woo Bin ve Kang Ha Neul benim gözümde oyunculuğunu günden güne geliştiren aktörler arasında hızla ilerlemekte Joon Ho'nun oyunculuğu kliplerde izlediğim kadarını biliyordum. İzlediğim ilk yapımı. Oyunculuk bakımında üstesinden geldiğini düşünüyorum.

Gençlik temalı bir film olduğu için beklentim çok yüksek değildi Fakat filmde sevdiğim oyuncular yer aldığı için beklediğim filmlerden biriydi. Ben izlerken sadece keyif aldım. Fakat fragmanına aldanıp komedi bir yapım beklemeyin. Filmin içinde yer alan bir bir kaç komik sahne olduğunu söyleyebilirim. Bu sebepleri göz önünde bulundurursak çerez filmlerden biri olarak izleyebilirsiniz. 

Filmin müzikleri Junho ve Lee Yu Bi'nin seslendirdiği "Cupid's Arrow" Sweet Sorrow&Kim Woo Bin "Twenty" şarkılarını dinlerken eğleneceğinizi umuyorum.

Fragman için; TIKLA
Filmin afişlerini de beğendim.

8 Haz 2015

Divergent

Veronica Roth'un en çok satanlar listesinden inmeyen Divergnet (2011), Insurgent (2012) ve Allegiant (2013) üçleme serisinden uyarlanan film, ilk romanı temel alıyor.

2014 yapımı filmin yönetmenliğini Neil Burger yapmaktadır.

IMDB puanı: 7.9


Filmin çekimleri serinin devam edeceği gerçeği nedeniyle de bir hayli zor geçmiş Setin kurulması, senaryonun yazılması ve oyuncuların yönlendirilmesi aşamasında hikayenin devamında neler yaşanacağına sürekli dikkat edilmiştir. Bir farklı ayrıntı ise; filmin çekimleri esnasında serinin üçücü kitabı henüz yazılmamış ve yönetmen Burger, bu süreç içinde her şeyi yazara danışarak hareket etmiştir.

Toplumlar kendi aralarında dürüstlük, fedakarlık,cesurluk, dostluk ve bilgelik olarak 5 ayrı topluluğa ayrılmıştır. Amaç; Her topluluk kendi üzerine düşen görevi layığıyla yerine getirip huzurlu bir genel toplum oluşturup, mutlu bir yaşam alanı sağlamaktır. Her çocuk ailesinin topluluğunda yetişmiş dahi olsa bir serum yardımıyla zihinsel teste tabii tutuluyor. Zihinlerinde ise hangi topluluğa ait olduklarını öğreniyorlar. Fakat bu demek değil ki; her genç ait olduğu topluma girmek zorunda. Tabi ki; değil her toplumda olduğu gibi seçme hakkına sahipler. Fakat şöyle bir dezavantaj söz konusu; uyum sağlayamaz ya da seçtikleri topluluk onları redderse; hiç bir topluluğa sahip olmadan hayatlarına devam ederler. Ailelerinin yanlarına dahi dönemezler.  Bu da toplumda hoş karşılanmayan bir durum. 

Topluluklar arasında "uyumsuz" olarak adlandırılan daha doğrusu kabul görmeyen topluluklarda söz konusu. Bunun sebebi ise; farklı düşünce yapıları, yaratıcılıkları.. Özellikle bilgelik adı verilen topluluk tarafından avlanıyorlar. Çünkü; uyumsuzun yaratıcı düşüncesi onlarında üstünde oldukları için kabullenmiyorlar. 


Beatris Prior başka bir isimle Tris rolünde Shailene Woodley oynuyor. Cesurluk topluluğunu seçen Tris bir uyumsuzdur. Testte uyumsuz olduğu ortaya çıkmasına rağmen bir şekilde ört pas edilmiştir. Bundan sonraki olaylarda Tris iki farklı görev üstleniyor. Film bu unsurların üzerinde gidiyor. Kitabın filme aktarılması güzel ve akıcı işlenmiş. Kendi izlettiriyor. Hem dramı hem aksiyonu bir arada yaşadığımız bir yapım. Beklediğimden daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. Seri filmleri sevdiğimden olacak başlamadan önce tedirgin olsam bile film bittiğinde bir an önce ikincisi gelsin diye bekliyorum. Görsel efektler hoş olmuş

Shailene Woodley son zamanlarda yayınlanan popüler filmlerin kahramanı diyebilirim. Özellikle The Fault In Our Stars'da ki performansıyla hayranlık uyandırmıştı. Sonrasında bu filmle de zirveye çıktı benim için. The Amazing Spider-Man 2 Jane karakteri için adı geçiyordu hala aynı mı pek bi bilgim yok tabi. Four karakteriyle  Theo James canlandırıyor. Filmde cesurluk topluluğunun liderlerinden. Bi nevi Tris ile aynı kaderi paylaşıyor. Oyunculuğunu açık konuşmak gerekirse pek beğenmedim.

Filmde dikkat çeken güzel bir ayrıntıda The Fault In Our Stars filminde rol arkadaşı Ansel Elgort Tris'in kardeşi rolünde görüyoruz. İlk film olduğu için mi bilmiyorum ama pek fazla yer almıyor yapımda. Kardeşinin aksine bilgelik topluluğunu seçmiştir. Filmde bir başka güzel ayrıntı ise; yılların eskitemediği Kate Winslet'in biraz daha ağır kadın rolüyle kadroda yer alması hoş olmuş.

Filmin soundtrack şarkıları da hoşuma gitti. Ellie Goulding "Beating Heart" M83 "I Need You" oldu.

Filmin fragmanı için; TIKLA

14 Nis 2015

Love Forecast

fa

2015 yapımı Love Forecast filminin senaristliğini Park Jin Pyo, Lee Byung Ho ve  Lee Han yaparken yönetmenlik koltuğuna filmin senaristlerinden Park Jin Pyo üstlenmiştir. Yapımcılığını ise CJ Entertainment şirketi üstlenmiştir.. Filmin başrollerinde sevilen oyuncular Lee Seung Gi ve Moon Che Won yer almaktadır.

Lee Seung GiMy Girlfriend is a Nine Tailed FoxThe King 2 HeartGu Family Book ve You're All Surrounded dizilerinde rol almıştır. Love Forecast ise uzun metrajlı ilk filmidir. Joon Soo karakterini canlandırmaktadır. Joon Soo;  ortaokulda öğretmenlik yapmaktadır. Aşık olduğu kız için her şeyini vermeye hazırdır. Her şeyi yapıyor olsa bile, o sonunda terkedilen biri olur.
Moon Chae Won; izlediğim dizileri arasında Fair Lady, Princess Man, Nice Guy ve Good Doctor yapımlarında ki poerformansını hala unutumam. Romantik-komedi türünden ziyade dram ve tarih konu almış yapımlarda daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Hyun Woo karakterini canlandırmaktadır. Hyun Woo karakteri ise hava durumu spikeridir. Güzel görüntüsünün aksine, aşırı hareketleri ve sert üsluplu bir konuşma tarzı vardır. 
İki yakın arkadaş düşünün, biri diğerine aslında aşık fakat sırf onu kaybetmemek adına yıllarca sessiz kalmış. Enterasan bir konu diyemeyceğim ama sırf Lee Seung Gi ve Moon Chae Won arasında ki uyum için bile izlenebilecek bir film. Filmde, komik öğelere ağırlık verilmiş. Güleceğiniz bir çok sahne mevcut. Fakat, ne yazık ki romantik öğeler için aynı düşünce içinde değilim. Filmin konusu  "Film harikalar mı?" derseniz. "Hayır, tabi ki "derim.. Başrol oyuncularının birbirleriyle olan uyumu ve güldüren öğelerin çokluğundan dolayı izlemek için ideal bir film. Lee Ji Hoon'un seslendirdiği "Paradise" şarkısını es geçmemek lazım.
Love Forecast filmi fragman için; TIKLA

2 Nis 2015

The Tale Of Princess Kaguya

Studio Ghibli'nin kurucularundan biri olan Isao Takahata 1999 tarihli "Komşularım Yamadalar" filminden 14 yıl sonra çektiği ilk film olan The Tale Princess Of Kaguya; yaşlı bir çiftin ormanda buldukları sihirli bir bebeği büyütme macerasını, masalsı ve şiirsel bir dille anlatıyor. Takahata ustanın dağların tatlı ve haşarı kızı Heidi'nin anime yaratıcısı olduğunu ve hemen ardından da Ateşböceklerinin Mezarı gibi en iyi savaş filmlerinden birini çektiğini de ekleyelim araya. Duygysal öğeleri inanılmaz biçimde üst seviyelerde tutan bu filmde gözyaşı dökmeyen birine henüz rastlamadım. Savaş ağlatır, savaşa ağlanır. Savaşta ki çocuklara daha çok ağlanır!
Filmin kısaca konusu şu şekilde; Bir gün yaşlı bir oduncu ve onun karısı tarafından bambu ağacının parıldayan sapında bulunan avuç içi büyüklüğünde ki gizemli küçük kız, hızlı büyüyerek, güzeller güzeli bir kadına dönüşür. Kendisiyle karşılaşan her insan bu kızdan etkilenir. Prensler bu gizemli kızla evlenebilmek için sıraya. Fakat Kaguya'nın aradığı aşk daha başkadır. 
253004.jpg-r_640_600-b_1_D6D6D6-f_jpg-q_x-xxyxx
Eski bir Japon efsanesinden uyarlama bir hikaye olan The Tale Princess Of Kaguya sulu boya çizimleriyle farklı bir dünyanın kapılarını aralıyor. Kullandığı renklerle tıpkı Kaguya'nın hüznüne eşlik ediyormuş hissi kaplıyor ruhumuzu. Bir bambu ağacının oduncu ve karısına armağını olan Kaguya'nın hayatı iki yönlü ilerliyor. İlkinde doğanın içinde insanlarla mutlu hayat süren bir Kaguya, diğeri ise babasının onu prensesler gibi yaşatmak isteğiyle başka bir yaşam formuna geçiyor. Anime'nin en güzel hali oduncunun ellerinde prenseslere gibi olan Kaguya'nın hali denilebilir. Genel olarak ele aldığımızda film size biraz uzun gelebilir fakat her sahneye eşit olarak yoğunluk verdiğinden dolayı izlenebilir güzel bir film çıkıyor ortaya. 
Ghibli animeleri biraz daha "büyükler" için gibi gelirdi bana ama  "The Tale Princess of Kaguya"  tam bir çocuk masalı tadında olmuş. Özellikle iyi çizimleri olaran kaliteli ve keyifli bir film. Oscar Ödüllerinde en iyi animasyon türünde aday gösterildiğini belirterek son veriyorum. İzlemek isteyenler için; İyi seyirler..

18 Mar 2015

8 Saniye



Film, Berlin'de doğup büyümüş olan Esra İnal'ın hayat hikayesini anlatmakta yani senaryo yaşanmış bir hikayeyi konu alıyor. Aslında Esra'nın hayat hikayesinden daha çok, rüyaların gerçek dünyaya taşmasıyla yaşadığı gel-gitleri anlatıyor. Çarpıcı hikayesini film de kendi canlandırıyor. 
Böcek Yapım'ın üstlendiği ve yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak'ın yaptığı "8 Saniye" sıradışı filmin dış çekimleri Almanya'da tüm iç çekimleri ve rüya sahneleri ise Türkiye'nin İstanbul, Mardin, Tuz Gölü'nde çekilmiş. Filmin son sahneleri ise Meksika'da çekilmiş. Esra İnal'a filmde Fırat Çelik, Fahri Yardım, Mehmet Kurtuluş, Salih Kalyon gibi isimler eşlik ediyor. Yılmaz Erdoğan ise; derviş rolüyle karşımıza çıkıyor. Ayrıca "Dört Anlaşma" (The Four Agreements) kitabının yazarı Don Miguel Ruzi de konuk oyuncu olarak görüyoruz. BöceklFilm; BKM, GalataFilm ve Barefoot Films'in ortak yapımı "8 Saniye" filminin görüntü yönetmenliğini Emmanuel Kadosh üstlenirken müziklerini ise Meksikalı Gustavo Farias yapmıştır.

 Esra İnal

Esra İnal'ın ilk oyunculuk deneyimi olmasına rağmen oldukça başarılı olduğu gözlerden kaçmıyor.Film Esra'nın Berlin'de yaşayan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmesiyle başlar. Ablaları tarafıdan büyütülen Esra küçükken görmeye başladığı ilginç rüyalarla, uykuları kaçmaya başlamıştır. Seneler geçtikten sonra özel ilişkilerinde sorun yaşamaya başlar. Başkalarının Esra'nın hayatında söz sahibi olmask istemesi ve kısıtlama istekleriyle çatışır. Aslında temel sorun ilişkileri değilde kendi içinde yaşadığı çıkmazdır. Çocukluğundan beri derin rüyalar görür ve bu rüyaları anlamlandırmaya çalıştıkça, günlük yaşamda dahya büyük sorunlar yaşar. Gördüğü rüyaların ortak noktası daha önce hiç tanımadığı bir adam tarafından sürekli korunmasıdır. Her seferinde bu durum korkutsa da sonunda bir karar verir ve kilit noktayı bularak peşinden gitmeye başlar.
Filmin geçişleri harika denebilecek kadar iyiydi. Yani rüyadan gerçek hayat uzanan dokunuşları bir hayli güzel. Zaten bu konuda hiç bir masraftan kaçmamış. Rüyalar dünyasında doşalan Esra'yı ve onun hayatına dokunan insanları anlatılıyor. Fakat kötü davanan insanlar yok, kendi hayatını yaşayan Esra'nın hayatına dahil olan insanlar var. Film bir açıdan kadına açılan özgürlük kapısı görevini üstlenmeye çalışıyor, hayatında ki insanın hayatındaki insanları affederek insanın hayatla barışık hale geleceğinin üstünü çiziyor bunu kahramanın açmazlarıyla anlatıyor.
"Korkma seni korkutmalarına izin verme.." sözleriyle
Yılmaz Erdoğan "derviş rolüyle izleyicilerin karşısına çıkıyor.

Yılmaz Erdoğan

8 Saniye filmini izlerken tüyleriniz diken diken olacak. Bir çok kişinin kendinden bir şeyler bulabileceğini düşünüyorum. Filmi izlerken bir bakmışsınız yüzünüzde tebbessüm bir bakmışsınız gözleriniz de yaş bulabilirsiniz. Senaryo; her ne kadar içerik olarak ağır olsa da, aynı zamanda hayatın özünü basit bir şekilde çözümleyerek sunuyor. Film bitiminde, bir çok farklı düşünceyle ayrılacaksınız belki de sorgulamak sizin de bir özelliğiniz olacak. Benim kişisel görüşüm, filmden etkilenmek ve hayatımızda bir şeylerin değişiminde filmin etkilerini yansıtmak için duygusal, hassas, detaycı ve bunlara karşı da ruhen güçlü olmak gerekir. İnsanların genelde yanlış yaptığı şeyleri de göz önüne seren film, yeni bir bakış açısı oluşturuyor.
Esra İnal'ın filmde ki enerjisi pozitif etki katmış yani kendi hayatını güzel, samimi ve dolu bir biçimde canlandırıyor. Görsel efektlerin filme katkısı da bir hayli başarılı. Rüyalar aleminde ve onların yansımasına farklı bir yerden baktığı için izlenebilir. Filmin adının neden "8 Saniye" olduğuna dair bilgi vermek yerine filmi izlerken bulmanızı isterim. Çünkü cevabı, ilginç ve beklenmedik. İmkanınız varsa, ilk fırsatı değerlendirerek filmi izleyebilir, Esra ile birlikte iç yolculuğunuza başayabilirsiniz.
Fragman için; TIKLA

8 Şub 2015

Whiplash

Küçük yaşlardan itibaren bateri çalmaya başlayan Andrew, işinde tam anlamıyla br usta olmak ister.Üniversite tercihinde de ülkenin en iyi müzik okulu olarak gördüğü Shcarffer Konservatuarına girer. Henüz 19 yaşındadır ama dersler harici var gücüyle çalışır. Bür gün okulun en sert hocalareından biri olan caz duayeni Tere'nce Fletcher'in dikkatini çekeri. Fletcher, Andrew'ü okulun en parlak öğrencilerinin seçildiği ve sürekli yeni yarışmalara hazırlanan orkestraya seçer. Başarısı kadar acımasızlığıyla da ün yapmış olan Fletcher, Andrewun kapasitesin sonuna kadar kullanmadan asla başarmış sayılmayacaktır. Genç bateristin önünde sadece mesleki bir test değil, psikolokik bir sınavdır...

2014 yılının filmlerinden olmasına rağmen tam da 5 dalda Oscara aday gösterildikten sonra oscara aday gösterildikten sonra ülkemizde vizyona giren Whiplash bir konservatuar öğrencisi ile aşırı sert öğretmeninin müzik, güç, disiplin üzerinden işleyen ilişkisini anlatıyor. Caz ve bateri burada bir araç ama gilme ritmini, inanılmaz enerjisini veren de onlar. Öyle güzel bir kurgu var ki Whiplash'in müthiş bir zamanlama duygusuyla filme acayip bir  dinamizm katıyor. Doğaçlama bir caz performansına tanık oluyorsunuz. Bu sadece bir tek senaristin değil yönetmeninde başarısı diye düşünüyorum. Fİlmin yönetmeni 1985'li Damien Chazelle. Hikayede yarattı beklenmedik olayları seyirciye aktarma şekli muazzam.
Senaryonun yanı sıra müthiş iki oyunculuk izliyorsunuz. Fleche (J.K Simmons); sert davranışlarının ona kattığı karimzası, psikopatlığıyla, gösterişli yazılmış sahneleriyle seyirciyi etkisi altına alan bir karakter. Oscar'a yardımcı erkek oyuncu kategorisini şimdiden garantilemiş gibi.Genç oyuncu Miles Teller'ında fiziksel zorlayınıcı Andrew rolüyle son derece başarılı olduğunu söylemek mümkün.
Bir çok aksiyon sahnelerinden alamadığımız zevki sert ve dinamik sahneleriyle filmden çok bir enerji bombasıyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Özellikle final sahnesiyle hafızalarımıza derin mesajlar vermesine sebep oluyor.. En kısa zamanda izlemenizi tavsiye ediyorum.

15 Ara 2014

A CASE OF YOU


Oyuncu olarak tanınan Justin Long'un ilk senaristlik deneyimi olan A Casse Of You filmi sosyal medya üzerinden yaşanan aşkı konu almış. Sosyal medya üzerinden yaşanan aşklar derken ne demek istedi bu kız dediğinizi duyar gibi oluyorum. Eski zamanlarda birinden hoşlandığımız da ortak o kişi kimdir? diye ortak arkadaşlarımızı sefer ederken şimdilerde ise "Facebook'un tanıyor olabileceğin kişiler" sekmesiytle bulup iletişime geçiliyor. Peki sosyal medyada ki her şey sizi yansıtabiliyor mu? düşüncesine cevap vermeye çalışan bu filmin kaybolduğum bir filmin başrollerini Justin Long ve Evan Rachel Wood paylaşıyor. Yönetmen koltuğunda ise üçüncü uzun metraj filmiyle Kat Corio oturuyor.

Popüler filmleri kitap haline getiren bir uyarlama yazarı olan Sam; İkili ilişkilerde kendine güvebi olmayan genç bir adamdır. Tam da bu sırada kendi kitabını yazmak isteyen Sam için bir ilham kaynağı gereklidir. Her zaman gittiği kafede çalışan Birdie'ye aşık olur. Oldukça utangaç olan Sam arkadaşının tavsiyesi üzerine Facebook üzerinden kızı etkileyebilmek için sahte profil hesabı açar. Birdie'nin hayalinde ki erkeğe dönüşmek için çabalar. İş, görüşme aşamasına geldiğinde karışıklık başlar. Birdie'yi etkilemeyi başarır, onu kendine aşık eder., ancak sorun vardır; Onun aşık olduğu adam Sam değildir; Sam'in yaratmış olduğu hayali insandır. Bu durumu açıklamak ve açıklamamak arasında gidip gelirken, olduğu fibi davranmadığı için büyük suçluluk duymaya başlar... Sam ve Birdie için işler nasıl devam edecektir?

A Case Of You'nun çıkış noktası başarılı. Fakat; Facebook'un insan ilişkileri etkilerini ortaya koyabilecek iken, sıradan vir romantik komediye dönüşüyor. Filmin bende bıraktığı izlenim  hem oyunculukların vasat oluşunun yanı sıra çıkış noktası güzel olmasına rağmen senaryo daha güçlü olabilirdi düşüncesi oluyor. Vasat bir film.  

Filmin fragmanı; TIKLA

28 Kas 2014

Birleşen Gönüller


Türk sineması adına izlediğim en güzel dönem filmlerinden biri "Birleşen Gönüller". 
2003 yılında yayınlaşmış olan Niyazi Sanlı imzalı Aşka Son Bakış adlı romanda beyaz perdeye aktarıldı. Kitabın gerçeklere dayanan ana hikayesinin yanı sıra yan hikayelerde sinemaya aktarılmış. Filmin yönetmeni Hasan Kılıç. Onunda ilk sinema filmi deneyimi. Fakat ilk olmasına rağmen yüksek bütçeli oluşuyla 2014 yılının en iddialı yapımlardan biri olarak görülüyor.  İi ayrı dönemi  konu alan filmi için özel dekorlar ve kostümler hazırlandı. Filmin çekimleri ise Bulgaristan'da gerçekleşti.

1990'lı yıllarda evli olan Dilek(Yağmur Kaşifoğlu) ve Yunus (Atılgan Gümüş) Yunus'un görevi nedeniyle Kazakistan'a yerleşirler. Yunus okulu olmayan bölgeye okul inşa edip öğretmenlik yapacaktır. Dilek ise; kocasına aşık Kazakistan konusunda tereddütlü ve mutsuzdur. 70 yaşlarında ki Cennet teyze (Sema Çeyrekbaşı) ise kendi hikayesini anlatarak Dilek'e güç olur. Kuzey Kafkasya Türkü olan Cennet, Niyaz (Fikret Hakan) ile evlendiğinin ertesi günü sevdiği adamı savaşa yollamıştır. 2. Dünya savaşının zorlu şartlarında hamile olan Cennet ise sevdiği adam Niyaz birbirlerine söz verirler, ne olursa olsun Niyaz geri dönecektir ne olursa olsun Cennet onu bekleyecektir. 

Niyaz'ın gençliğini Serkan Şenalp, Cennet'in gençliğini ise Hande Soral canlandırıyor. Bana sorarsanız ikisi de çok iyi işler başarmışlar.

Film teknik açıdan başarılı. 2. Dünya Savaşı sahneleri, Nazi işgaline yer alan sahnelerer, çalışma kampı, gerçekten hem kostüm, hem mekan, hem efektler etkileyici. Türk sinemasında Nazi işgalinin Kuzey Kafkasya tarafından anlatıldığı başka bir film var mı bilmiyorum. Fakat izlediğim en güzel dönem filmlerinden biri. Fakat, her güzel işin mutlaka bir kaç tane kusuru da oluyor tabi. Konusu okuduğunda iç acıtan hikayesi varken filmde bu temaların üzerine düşülmesi biraz abartı olmuş.Genele yaydığımızda izlerken sizi tatmin edecek bir film olarak görüyorum. 

20 Eki 2014

Pek Yakında

Cem Yılmaz; senaritliğinin kendisinin yapmış olduğu Herşey Çok Güzel Olacak, G.O.R.A, Hokkabaz, A.R.O.G, Yahşi Batı gibi gişe hasılatı yapmış filmlerin ardından Pek Yakında filmiyle kendini bir kez daha kanıtladı.

Filmin konusu; Hayatını korsan DVD satarak ve birtakım kanunsuz işler yaparak kazanan Zafer, bir gün karısından büyük posta yer ve anlar ki bu işleri bırakmazsa evliliği bitecektir. Kanunsuz işrlere zinhar tövbe eden Zafer, ailesini geri kazanmak için figüranlık yaptığı eski oyunculuk günlerine geri döner. Amacı o günlerden gelen sinemacı dostlarıyla yeniden bir ekip kurmak ve 1970'lerden bu yana hayata geçirilmemiş fantastik bir proje olan "Şahikalar Kötülüğün Sonu" adlı filmi çekmektir. Fakat kurduğu ekibin yetenekleri de bir noktaya gelir ve takılır. Şimdi hepsini eğlenceli, komik bir o kadar da duygusal macera bekler-Cem Yılmaz'ın dördüncü kez yönetmen koltuğuna oturduğu Pek Yakında filmini ilk kez tek başına yönetti. Yeşilçam'a sinemasında ki yıldız sistemine ve sinema sektöründe ki sıkıntılara her zaman olduğu gibi zeki göndermelerde bulunmuş. Ayrıca; Cem Yılmaz'ın neredeyse her filminde bilim kurguya yaptığı göndermeler ve mutlaka o tarz kostüm çalışmaları yer vermesi gözlerden kaçmadı.  Fİlmde karakterler gayet güzel çizilmiş ve canlandırılmış, kadroya diyecek yok. Cem Yılmaz'ın kemiklemiş kadrosu iş başında. Erkek oyuncu kadrosu; Zafer Alagöz, Özkan Uğur, Ozan Güven, Cengiz Bozkut gibi oyuncular değişmezken  ilk defa Çağlar Çorumlu'yu bir Cem Yılmaz filminde görmüş bulundu, filmin yıldızlarından biriydi diyerek iyi kide görmüşüz diyorum. Bayan oyuncular arasında bu sefer Cem Yılmaz'a Tüli Özen eşlik ediyor. Zerrin Tekindor, Hare Sürel ve Aşyen Gruda gibi isimleri görmek mümkün.
Senaryonun; ekrana yansıttığı akışı sıkıntısız, tadında ilerledi. Beni bu süre zaafında sıkmadı diyebilirim. Aksine her sahnesi aklıma kazındığı yer yer hüzünlendiren ve göndermelerin bol bol olduğu efsanevi bir film olmuş. Film için film yaparak kısa bir klip gibi olsa da filmin sonuna eklediği Şahikalar filmi ise; daha dikkat çeken bir film olarak görülebilir. Özetlemek gerekirse komediden çok duygusallığın ön pland olduğu farklı bir hikayeye sahip olan bu film sinemamızın arşiv anlarına adını yazdırdığı düşünüyorum.
Büyük üstad Mahzar Alanson film müziğini yaparsa; buyrun efenim kulaklarınızın pası silinsin

24 Eyl 2014

The Maze Runner

Dylan O'Brien'in başrolünü oynayacağını öğrendiğimden beri uzun zamandır beklediğim filmlerden biri "The Maze Runner" bizimkilerin deyişiyle "Labirent: Ölümcül Kaçış" 19 Eylül'de vizyona girdi.
Fantastik-bilimkurgu çeşitlemelerinin yazarlarından biri olan James Dashner genç okuyucularına yönelik yazdığı kitap üçlemesinden ilki olan The Maze Runner'ın beyaz perdeye uyarlanmış hali. FYönetmenliğini ve senaristliğini görsel efekt alanındaki deneyimi ile tanınan Wes Bal'ın üstlendiği filmin genç oyuncu kadrosu ise;Teen Wolf'un Stiles karakterini canlandıran Dylan O'Brien, Aml Ameen, Will Poulter, Kaya Scodelario, Thomas Brodie Sangster, Ki Hong Lee, Jacob Latimore, Blake Cooper gibi pek çok isim yer alıyor.  Amerikan yapımı bir filmde bile bilmeden koreli bir aktöre rast gelebiliyorum tabi ki. Ki Hong Lee Kore asıllı Amerikalı oyunculardan.  O zaman biraz filmde bahsedelim
 Film, Thomas bir asansör aracılığıyla bilinçsiz bir halde geldiği daha doğrusu getirildiği Kayran adında bir bölgede özlerini açmasıyla başlıyor. Geçmişe dair hiçbir şey hatırlamayan kahramanımız bu bölgede kader dostlarıyla karşılaşır. Thomas'da tıpkı onlar gibi "Buraya neden getirildim?" sorusunun cevabını aramaktadır.  Bölgenin etrafını saran Labirent gerçeğiyle yüzleşiyor.Sadece koşucuların girebildiği bu labirentin ise hem içinde hem dışında bazı kurallar var Karlan'a gelen ilk kişi olan Alby'den bu yana zaman içerisinde şekillenmiş kurallar bunlar ve tahmin edileceği gibi Thomas gelir ortalığı karıştırana kadar kimsenin bu kuralları sorgulama zahmetine girmeden kabullendiği kurallardır.. Sonrası tipik seçilmiş klişeleri, asilikten ve asaletten taviz vermeyen Thomas'ın yasak diye karşısına dikilen her şeyi didiklemesi, bu yasakların o kadar tehlikeli olmadığını keşfetme süreci ve nihayetinde hem kendisinden hem de diğer Kayran sakinlerinden büyük bir öz veriyle gizlenen o karanlık gerçekle yüzleşmesini mantıklı olay örgüsüyle servis ediyor senaristler. Sürpriz olmadan, risk olmadan çekilmiş bu filmin albenisi yüksek..
Serinin ilk filmi yeni fikirler türetmek dışında fantastik türünün temiz örneklerinden biri olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. İlk film daha çok üçlemeye yayılan hikayeyi tanıtma konusunda da oldukça basit adımlar atıyor. Daha doğrusu öz ve yalın anlatımı sinema perdesinde görüyoruz.
Son yıllarda karşımıza çıkan fantastik filmler gibi klişelere bol bol rastladığımız film Fantastik tema filmlerin klişelerine benim gibi barışık olan izleyiciler için lezzetli bir genç işi bilim kurgu örneklerinden biri. Filmin yönetmeni Wes Ball'In ilk yönetmenlik denemesinde sınıfı geçmesini sağlasa da; devam halkasında atılacak olan daha cesur adımlarla hafızalarda uzun vadeli yer edinecek bir üçlemenin doğması işten bile değil. Filmin sonu, bir yandan devam filminde ortaya etkileyici şeylerin çıkaracağının garantisi diyelim. Sonuç olarak Açlık oyunları tarzı aksiyon-bilimkurgu filmlerini seviyorsanız "The Maze Runner" uygun bir seçim..

23 Eyl 2014

Runway Cop


İşlerimin yoğunluğundan dolayı bu ara dizi izleyemiyorum. Durum böyle olunca en iyisi beni bağlamayacak uzun soluklu dizilerden ziyade film izlemek en iyisi dedim bir kaç gün önce. İlk gözüme çarpan filmi açtım. 2012 yapımı başrollerini Kang Ji Hwan ve  Sung Yu Ri'nin paylaştığı  Lee Soo Hyuk, Kim Young Kwang,Shin Min Chul'un onlara eşlik ettiği filmlerden biri. Filiminde afişinden anlayacağınız gibi komedi türünde. Bir anda Kang  Ji Hwan gibi yakışıklı bir aktörü Recep İvedik gibi karşınızda görünce şaşırmayın. Gerçi ben ilk başlarda pek bi yadırgadım.Fakat filmi izlemeye devam ettikçe eğlendirdi beni. Diyeceğim o ki çok fazla bir şey beklemeyin izlerken sadece eğlenmek adına izleyebilirsiniz. 

Dedektif Cha (Kang Ji Hwan) etrafına garip kokular salan başarılı bir dedektiftir. Özel bir operasyonu çözmek için model görünümüne bürünmesi gerekmektedir. Afişte göründüğü üzere Dedektif Cha için bu durum hiç kolay olmayacaktır. Bu konuda ona ünlü bir tasarımcı olan Go Young Jae liderlik yapacaktır.
Zayıflamak için uğraşan bir insanın dramı :)
.

Ünlü bir manken olan Kim Sun Ho'nun yabancı bir madde sattığını düşündükleri için peşine düşeceklerdir. Kin Sun Ho karakterini Lee So Hyuk canlandırıyor. Podyumlardan oyunculuğa geçmiş aktörlerden biri. 2014 yılında yayınlanan King Of  High School dizisinde ki oyunculuğuyla beni kendine hayran bırakmıştı. İlk başrol rolü geldi bu diziden sonra. Bu çocuğun tepkisiz halleri dışında güldüğü sahnelere rastlamak oldukça düşük.. 

Han Seung Wo karakterini Kim Young Kwang canlandırıyor. Fiziğini beğendiğim aktörlerden biri. Dedektif Cha podyumda yürüyüşü öğretmek adına girdiği çilelere aşırı güldüm. Can We Get Married ve Love Rain dizilerinde izlemiştim

Podyumların tozunu attırıp sonrasında oyunculuğun dibine vurmuş Kim Woo Bin'i de dizide o müthiş fiziğiyle podyumda konuk  olarak görmek güzel.

Kang Ji Hwan Lie To Me dizisi dışında oynadığı film ya da dizisini hiç izlemedim. Orada ki asil kişiliğinin tam tersi bir role bürünmesi iyi bir oyuncu olduğunun göstergesi. Çünkü, en zor icra edilen oyunculuk komedi. İnsanları güldürebilmek, eğlendirmek hiç kolay değildi. Kang Ji Hwan oyunculuk konusunda gözümde farklı bir yere oturdu. Kısa zaman için dizilerini izlemeyi planlarımın arasına ekledim. Diyeceğim o ki eğlenmek adına izleyebileceğiniz filmlerden biri.. 

16 Tem 2014

The Fault In Our Stars

  "Aynı Yıldızın Altında".. ..John Green imzalı kitabın orjinal adı "The Foult In Our Stars" Shakespeare'nin Julius Cesar oyununda ki bir cümleye gönderme olduğunu belirterek başlamalıyım..Başına gelenleri bizlere Hazel anlatıyor.

16 yaşında ki Hazel üç yıl boyunca tiroid kanseriyle boğuşmaktadır ve akciğerlerine de sıçradığı için yanında bir oksijen tüpüyle gezmektedir. Kanserli hastalar için oluşturulan destek grubunun bir terapi seansı sırasında Agustus ile tanışır. Augustus da beyin tümörüyle savaşmış ve bu yolda bir bacağını kaybetmiştir. İki birlikte zaman geçirdikçe birbirlerine aşık olurlar. Akciğer tedavisi için hastaneye yatırılan Haazel'in yanından bir an dahi ayrılmayan Augustus, sevgilisinin çok istediği bir hayali gerçekleştirmek için onunla birlikte yola çıkar. Planlarına göre Amsterdam'a gidecek ve Hazel'in en sevdiği yazar Peter Van Houten'i bulmaya çalışacaklar.. 

Filmde ölüme, acılara olgunca bakmanın altı çizilmiş ve bu anlamda aslında çok da duygu sömürüsüne giden bir yaklaşım olduğunu söyleyemem. Fazla gerçekçi ve acıklı bir hikaye olmasına rağmen mizahın da eksik olmadığı filmi en tatlı haline sokan detay iki gencin mesajlaşmaları esnasında perdede beliren baloncuk efektleri. Başka bir yer de kullanılmamış fakat abartıya da kaçılmamış olması. Filmin gerçekçi dokusuna çocuksu hava katması filmi hoş bir hale soktuğunu söyleyebilirim..
Hazel karkterini başarılı bir şekilde Shailene Woodley canlandırırken ;Augustus karakterini  ise Ansel Elgort canlandırıyor. Bu ikilinin beraber oynadığı ikinci film  bir kaç ay önce vizyona giren Uyumsuz adlı filmde yer almışlardı. O filmi de izleme fırsatı bulmuştum.. Bu filmde birbirleriyle olan uyumlarını tek geçebilirim.
Her türlü olgun yaklaşıma rağmeni umutla hayata bağlı ve sevgiyi bilen iki gencin ölümle yüzleşmelerini izlerken yanınıza mendil bulundurmanızı öneririm. Zira birbirleriyle olan uyum ve kimyasını göz önünde bulundurursam oyuncuların hakkını teslim etmem gerek..

7 Tem 2014

Transformes: Kayıp Çağ

Transformes serinin müptelası olmam tamamıyla abimin suçu. Küçüklüğümde abime hayran bir kız çocuğu olduğumdan,  o ne izlese, ne yapsam onun peşinden giderdim. O zamanlar transformes serinin filmi ortalarda yoktu tabi.Fakat biz çizgi filmini hiç kaçırmadan izlerdik. Benim Transformes sevdam o zamanlarda başladı. Filmin çekileceğini duyduğum vakit ne çok sevinmiştim. İlk üç film televizyon kanallarında yayınlandı.. Son filmin çekileceğini duyduğum günden beri iple çekiyordum. Tabi vizyona girdiği gün sinemada buldum kendimi..
Serinin son filminde; Autobot ve Deception'lar arasında yaşanan son savaşın ardından dört yıl geçer Savaşta Chicago şehri yerle bir edilmiş ve binlerce insan öldürülmüş olsa da dünya ve insanlık büyük tehditten kurtulmuş olur. İnsanlık yaralarını sarmaya çalışırken Amerika Hükümeti de Autobotlar ile arasındaki ilişkiye iyice koparmış, hatta hayatta kalanları yok etmeleri için CIA özel birim oluşturmuştur. Teksas'ta kendi halinde bir tamirci olan Cade Yeageri eline geçen hasarlı bir kamyoneti, parçalarını satma umuduyla kabul eder. Ne var ki bu kamyonetin yaralı bir Optimus Prime'dan başkası olmadığını anlaması uzun sürmez. Optimus Prime'dan aldıkları sinyallerle yola çıkan CIA ajanlarıyla başının derde girmesi de çok yakındır. Cade, bir şekilde Optimus Prime'ı Chicago'ya ulaştırmak için diğer Autobotlar ile iletişime geçmesini sağlamak zorundadır. Zira dünyayı tehdit eden başka bir düşman yollara düşmüştür. Cade ve autobotlar başta olmak üzere kendine destek olan insan topluluğunun yardımıyla başlarına gelen en korkunç düşmanla yüzleşmek zorundadır. Serinin diğer filmlerinde olduğu gibi devasa uzaylı robotlar arasında ezilmemek için mücadele eden insanların öyküsünü izliyoruz.
Seride ki en önemli değişimlerden biri de, filmin vitrinindeki oyuncu kadrosunda yaşandı. Shai LaBeouf, Megan Fox ve Josh Duhamek gibi yeni jenerasyon yıldızlarına veda ettik. Onların yerine tecrübeli oyuncu Mark, Wahlberg geldi. Seride Alıştığımız kadronun dışındaki oyunculara içimiz sinecek mi çelişkiler yaşasam da, beklediğimden kat kat iyi olduğunu düşünüyorum.. Filmin bir diğer ayrıntısı yönetmenimizin,  gözleri yoracak tonlarca detayı elinin tersiyle ittirip daha tok görüntülere yer vermesi bu tür filmlerin yanında geçmeyen insanların bile ilgisini çekeceğini düşünüyorum
Fragman

25 Haz 2014

Hot Blooded Youth

Bu ara işlerin yoğunluğundan dizi izlemeye fırsatım olmuyor ne yazık ki.. Sadece çevrimiçi takip ettiğim diziler dışında. Söz konusu zaman olunca en iyi film izlemek diyerek beklediğim ne kadar film varsa hepsi için liste oluşturdum. İlk talihli filmimiz de "Hot Blooded Youth" filmi oldu. Lee Jung Suk televizyon dünyasının aranan yüzlerinden biri.. Filmi çekimleri Ağustosta başlamıştı. 2014 Ocak ayında vizyona girmişti. Bu kadar kısa sürede izleyeceğim de aklıma gelmezdi.. 

Dönem dizi ve filmleri hep sevmişimdir.. 1982 yılında kırsal bir kasabadaki gençlerin lise yıllarında ki dostlukları, aşkları ve rekabetlerini anlatıyor.  Yong Sook(Park Bo Young) liseli yıllarında bir kadın çetesinin korkulan lideridir. Joong Jil(Lee Jong Suk) Sook hariç bütün kızlara kur yapan çapkın bir gençtir. Gwnag Sik (Kim Young Kwang) rakip lisenin erkek çetesinin korkulan lideridir. Young Sook'a delicesine aşıktır. Lee Se Young (So Hee) Seul'den onların lisesine transfer olan zengin öğrencidir. Büyük şehirden kırsal kesime transfer öğrenci oluşundan hem de güzel olursa dikkat çekmemesi mümkün değil..
Ben filme genel olarak baktığımda sevdim. Güney Kore'nin kasabalarının yemyeşil oluşuna bir kez daha hayran kaldım. Oyuncuların oluşturdukları şive, çekilen ortam ve dönem filmi olmasından dolayı beni etkilen unsurlar oldu tabi. Lee Hong Suk'un dizilerinde ki rollerinin aksini izlemek istiyorsanız hiç durmayın derim. Kendi çizgisinin dışına çıkması oyunculuk konusunda çok yol kat ettiğini gözler önüne seriyor. Park Bo Young sadece Werewolf Boy filminden tanıyorum. Hakkında çok bilgi sahibi olmama rağmen filmde ki çete lideri hallerine bayıldım.. Bir diğer çete lideri Kim Young Kwang'ın saç modeli beni gülme krizlerine soktu. O güzelim çocuk ne hallere gelmiş diye düşünmeden edemiyor insan.. Lee Se Young; Adolescence Adley ve Missing You dizilerinde izleme fırsatı bulmuştum.. Yan rollerde Park Jung Min ve Jeon Soo Jin yer alıyor. Ben oyuncuları ve filmi sevdim.. Umarım sizde seversiniz.