22 Mar 2024

Irish Wish-İrlanda Rüyası / Film

Janeen Damian'ın yönettiği ve Kirsten Hansen'ın yazdığı "Irish Wish" adlı yapım. Ünlü yönetmen Lindsay Lohan'ın 2022'de yayınlanan tatil filmi "Falling for Christmas"tan sonra ikinci Netflix orijinali filmi izleyiciyle buluşmak için gün sayıyor.

Oyuncu kadrosunda başrolün yanı sıra Alexander Vlahos, Jane Seymour, Elizabeth Tan ve Ayesha Curry gibi isimler yer alıyor. Lindsay Lohan'ın küçük kardeşi Dakota Lohan da filmde yer alıyor. 

Hayatının aşkı en yakın arkadaşıyla nişanlanınca Maddie, İrlanda'daki düğünlerinde nedime olmak için duygularını bir kenara bırakır. Çiftin evlenmesine günler kala Maddie, gerçek aşk için kendiliğinden bir dilek tutar ve uyandığında kendisini müstakbel gelin olarak bulur. Hayali gerçekmiş gibi görünen Maddie, çok geçmeden gerçek ruh eşinin tamamen başka biri olduğunu fark eder.

Film klasikleşmiş romantik komedi türünde ve çerez niyetine izlenecek filmlerden. Bu nedenle izlerken çok fazla bir şey beklemeden izlerseniz keyifli vakit geçirirsiniz. Bunun dışında büyük beklentilere girerseniz üzülürsünüz.

Film için puanım; 4/10

19 Mar 2024

Romantik Hırsız / Netflix


Romantik Hırsız, peşine düştüğü hırsızla ilgili zor bir karar vermek zorunda kalan polis memuru Alin'in hikayesini konu ediyor. Polis memuru Alin, Interpol’ün Sanat Suçları Birimi’nde çalışmaktadır. Alin'in yeni görevi girilmesi imkansız olarak görülen bir müzeden tabloları çalan hırsızı bulmaktır. Hırsızı bulmak için araştırmalarına başlayan Alin, beklenmedik bir gerçekle karşı karşıya kalır. Alin'in peşinde olduğu hırsız, geçmişte evlenmeyi planladığı milyoner Güney Arat'tır. Büyük bir şok yaşayan Alin'in görevi ile kalbi arasında zor bir karar alması gerekir. 

Aksiyon ve romantizmi harmanlamaya çalışan film, Güney’in aşk korkusu ve Alin’in polis olma hikayesi gibi absürt unsurlarla dolu. Mesela neden Güney hırsızlık yapmaya başladı? sorunun cevabını filmin için d alamadık. Bu unsurlar, filmin gerçekçiliğinden ödün vermesine neden oluyor. Fİlmin en ilgi çekici sahneleri ise Prag ve Budapeşte’nin tarihi atmosferi, filmin estetik değerini artırıyor.

Sonuç olarak, “Romantik Hırsız” özellikle yerli yapım severler ve Birkan Sokullu hayranları için keyifli bir seyirlik olabilir. Ancak, genel izleyici kitlesi için tahmin edilebilir bir son ve sıradan bir senaryo sunuyor. Eğer bu tarz filmlere ilginiz yoksa, “Romantik Hırsız” sizin için doğru bir tercih olmayabilir. Çerezlik izlenecek beklentisiz bir film diyebiliriz.

Film için puanım; 3/10

13 Şub 2024

KÜL / FİLM



Kül, Ay Yapım imzalı, 9 Şubat 2024 tarihinde Netflix'te yayınlanacak olan, Erdem Tepegöz'ün yönettiği, senaryosunu Erdi Işık'ın kaleme aldığı, başrollerini Funda Eryiğit, Alperen Duymaz ve Mehmet Günsür'ün paylaştığı Türk yapımı dram filmi.

Kül, gizemli bir marangoza aşık olmasıyla kendisini türlü çatışmaların içinde bulan zengin ve evli bir kadının hayatına odaklanıyor. Evli varlıklı bir kadının hayatı, basılmamış bir romanı okumaya başlamasıyla bambaşka bir hal alır. Romanın sahibinin peşine düşen kadın, kendisini tehlikeli bir yasak aşkın içerisinde bulur.

İyi olabilecek bir film iken berbat bir filme dönüşmüş yeni netflix filmi. Oyuncuların her birini ayrı ayrı sevsem de kötü bir film ortaya çıkmış. Çünkü filmin senaryosu çok kötü. Filmin sonunda "ne izledim ben" diyorsunuz. Maalesef netflix yapımlarında izlediğim en kötü Türk filmi.

Filmde Gökçe 'kül'ü okuduktan sonra neden beğenmediğini, Kenan'a şu sözlerle anlatıyor; Çok abartılı bir duygusallık, final de hiç ilgi çekici değil. Fikir güzel de işçilik çok kötü. Filmin özeleştirisini aslında film için duyuyoruz.

Film için puanım; 3/10 (Bu üç puan görüntü yönetmeni ve müzikleri için veriyorum)

28 Oca 2024

Kolpaçino 4 4'lük / Film

 

Kolpaçino filminin devam halkası olan komedi türündeki "Kolpaçino 4 4'lük", önceki hikayelerde kendisine kazık atan eski dostlarıyla hesaplaşmaya karar veren Özgür’ün hikayesini konu ediyor. Artık aralarındaki husumete bir son vermek isteyen Özgür ve Sabri, hesaplaşmak için bir mekanda buluşmaya karar verir. Nişanlanmadan önce son bir kumar gezesi organize etmek isteyen Tayfun, bu özel gecede kendisine eşlik etmesi için Özgür'ü davet eder. Ancak aynı mekana Vural ve adamlarının da gelmesi işlerin içinde çıkılmaz bir hal almasına neden olur

İlk üç filmi toplamda 2,5 milyonu aşkın seyirci tarafından izlenen kolpaçino serisinin dördüncü halkası kolpaçino 4 4'lük bir milyon seyirci sınırını aştı. İlk üç film çok beğenildiği için 4. film için sorgulamadan herkesin gittiğini düşünüyorum. Öncelikle şunu belirtmek isterim; Şafak Sezere asla bir garezim yok, bence iyi bir komedyen, çok komik filmler de yaptı.. Başarısız bir sanatçı değil. Fakat  dünya sinema tarihinin en kötü filmini izlediğimi söyleyebilirim. İzlerken sadece bir iki sahne dışında gülünecek bir konu ve espri yoktu. eşim Kolpaçino film serinin ezbere bilmesine rağmen kendisi bile bu filmi pek beğenmedi ne yazık ki Kolpaçino 4 4'lük filmini açık ara izlediğim en kötü komedi filmi olmayı başardı.

Film için puanım; 3/10

15 Ara 2023

Dünyayı Ardında Bırak / Leave the World Behind / Film


Netflix’in 2023 filmi olan Dünyayı Ardında Bırak, Rumaan Alam’ın 2020 yılında yayımlandı. Kitap, iki aile arasında geçen olayları konu alır. Bir tatil evine gelen bir aile, sahibi olan başka bir aile tarafından kapı önünde beklenmedik bir şekilde bulunur. Bu beklenmedik ziyaret, toplumdan ve günlük yaşamdan kopmuş bir atmosferde gelişen bir gerilim hikayesini başlatır. Roman, sınıf, ırk ve aile dinamikleri gibi temaları ele alıyor ve okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunmaktadır. Kitaptan uyarlanan filmi Sam Esmail’in yönettiği ve senaryosunu yazdığı film, gerilim türünde yer almaktadır. Sam Esmail Mr. Robot dizisinin yaratıcı olduğunu dip not olarak buraya bırakayım.

Filmin oyuncu kadrosu çok güçlü. Julia Roberts, Mahershala Ali, Ethan Hawke başrollerde. Myha’la Herrold ve Kevin Bacon da filmde yer alıyor. 

Dünyayı Ardına Bırak filmi ne anlatıyor?

Bir ailenin tatilini konu alıyor. Aile, lüks bir ev kiralıyor. Beklenmedik bir şekilde gece yarısı, iki yabancı eve geliyor. Bu iki yabancı aslında kiraladıkları evin sahipleri. Dünyayı sarsan bir siber saldırıdan kaçtıklarını söylüyor. Aile, neye inanacağını bilemiyor. Şehir merkezinden uzakta olmaları iki ailenin bi nevi hayatını kurtardı diyebilirim.

Peki filmi nasıl buldum?

Bundan sonrası spolier içerir.

Film, Netflix'in en çok izlenenler listesinde bir çok filmi geride bıraktı. Son günlerde astrologlar tarafından elektrik ve internet kesintileri olabileceğine dair bilgiler sosyal medyada paylaşırken filmi izlemek açıkçası biraz gerilmeme sebep oldu. Filmin sonunda, saldırının ülkeyi istikrarsızlaştırmak için üç aşamalı bir plan kullandığını ortaya koyuyor ve bunun iç savaşın başlangıcı olacak bir darbe olduğu ima ediliyor. Sonrasında şehir merkezinden bir patlama görülüyor. Ve küçük kızın Friends dizisinin finali izleyebileceği elektrik olan bir sığınak buluyor film burada ucu açık bitiyor. Bu nedenle bir yere bağlanmadığı için finalini beğenmedim.

Filmin ilk saniyesinden son 10 dakikasına kadar aslında bir gerilimin içerinde filmi izlerken bulunuyor Fakat beklentim yüksek olduğu için açıkçası beklentimin altında kaldı. 

Elon Mask filmin bu sahnesi için ilginç bir açıklama yaptı "Dünya tamamen Mad Max'e dönüşse ve benzin kalmasa bile Teslalar güneş panellerinden şarj olabilir."
Filmde en çok konuşulan sahnelerde biri Tesla sahnesi

12 Ara 2023

İstanbul İçin Son Çağrı / Film

https://emosulla.blogspot.com/

Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren saat klasikleşmiş dizi  Aşk-ı Memnu projesinden bu yana tekrar bir araya geleceklerini düşünmezdim. Fakat yeni bir dizide tekrar bir araya gelecekleri haberi çıktığında beklenti arşa çıktı tabi. Bunun sebebi ise Behlül ve Bihterin enerjisi ve uyumu. Ve tekrarları bile verildiğinde reyting rekorları, finali ise aksam kuşağında verilen bir dizi. Netflix fragman yayınladığında sosyal medyada o kadar fazla videolar yayınladı ki beklenti daha çok artmaya başladı tabi.

Bir Netfllix yapımı olan İstanbul için Son Çağrı filminin konusu; Mehmet ve Serin İstanbul'daki hayatlarından uzakta, New York'ta havaalanında tesadüfen karşılaşır. Onları heyecan ve tutku dolu bir macera beklemektedir. Bu macerada yaşananlar filme aktarılmıştır. Dizi görsel ve fragmandan da anlaşılacağı üzere hikaye New York şehrinde geçmektedir.

İnsanların beklentisi çok yüksek olduğu için bir kesim filmi beğenmedi. Bu kesimin dışında ben filmi ortalamanın üstünde buldum. Bunun en büyük sebebi ise Kıvanç Tatlıtuğ ve Beren Saat'in oyunculuklarının doğal ve uyumlu olmasından kaynaklıydı.  Her ilişkide yaşanan sorunları ele alması ve senaristin ters köşesi açıkçası kendimi "vay beeeee bunu beklemiyordum" derken buldum. Yaşadıkları aşkı, sevgisini, acısını görebildiğimiz güzel bir filmdi. İzlemeyen var ise izlemesini tavsiye edebileceğim ortalama film olduğunu düşünüyorum.

24 Oca 2020

Tune in For Love / Kore Filmi


Tune in For Love 28 Ağustos 2019 yılında vizyona girdi. Senaristliğini  Lee Sook Yun ve yaparken Jung Ji Woo yönetmen koltuğundan onlardan biri olan Jung Ji Woo  oturmakta. Başrollerinde Kim Go Eun ve Jung Hae In yer alıyor. Yönetmen daha önce Kim Go Eun ile Eungyo filminde 2012 yılında beraber çalıştı.

Tune in For Love filmi 1994 yılında, şarkıcı Yoo Yeol’un “Müzik Albümü” adlı radyo programında DJ olduğu ilk gün Mi Soo (Kim Go Eun), Hyun Woo (Jung Hae-In) ile tanıştı. Hyun Woo, ıslah evinden yeni çıkmış ve Mi Soo’nun ablası Eun Ja’nın (Kim Guk-Hee) işlettiği ekmekçide yarı zamanlı çalışmaya başlar. Mi Soo başta Hyun Woo’dan korksa da zamanla yakınlaşmaya başlamışlar ve aile gibi olurlar. Hyun Woo geçmişte yaşanan kötü bir olaydan dolayı çok pişmanlık yaşasa da bu durumu kimseyle konuşmak istemiyordur. Bir gün Hyun Woo’nun arkadaşları ekmekçi dükkanına gelir ve birlikte dükkandan ayrılırlar. Mi Soo, Hyun Woo’nun bir daha gelmeyeceğini düşünse de gelecekte yolları yine kesişecektir.

Gerçek hayattan basit ama çok güçlü bir film. Onların aşk hikayesi 1994'ten 2005'e kadar uzanıyor ve radyo, telefon kulübesi, Windows 95, flip telefon ve benzeri retro teknolojiyi görüyoruz. 90'larda büyüyen izleyiciler için güzel bir anı.  Jung Jae In ve Kim Go Eun arasındaki kimya çok iyiydi ve üyler diken diken diken etti. Oyuncular bu film için mükemmel bir seçimdi. Hikaye, müziğin yıllar boyunca nasıl değiştiğine ve aynı zamanda her ikisinin de yayınlanmasının ilk gününden beri sevdiği bir radyo programı üzerinden işleyişi çok güzeldi.

10 Tem 2018

One Way Trip




One Way Trip 2016 yılının filmlerinden. Başrollerinde Ji Soo, EXO'dan Suho, Reply 1988 ile gönlümüze taht kuran Ryoo Joon Yeol ve School 2017'nin uslanmaz çocuğu Kim Hee Chan yer alıyor. Choi Jeonh Yeol hem senaristliğini hem de yönetmenliğini yapmaktadır. Baştan söyleyeyim oyuncular gerçekten iyiydi ve sağlam bir şekilde rollerini gerçekleştirdiler. Senaryonun mesajı güzel olmasına rağmen kurgusu güzel değildi. Fakat konusu itibariyle tam bir dram filmi diyebilirim.

Birbirlerine delicesine düşkün olan dört arkadaşın yaşadıkları olaylar ve çaresizlikler sebebiyle, sözde o çok güçlü bağlarının paramparça oluşunu güzel bir şekilde izleyiciye aktarmışlar. Dikkatimi çeken başka bir konu ise dizilerde gördüğümüz o süslü dedektifçilik oynayan polislerin gerçekle hiçbir alakası olmayışını çok doğru bir şekilde yansıtmalarıydı. abartılı film ve dizilerde gördüğümüz dünyayı daha güzel bir yere çevirmek isteyen mesleğine ölümüne bağımlı polisler, haksızlık ve kötülük gördüğü her olaya burnunu sokup kahraman olan yakışıklı aktörler... demek istediğim bu film her şeyden öte her şeye o kadar gerçekçi yaklaşmış ki. başarılı bir yapım olmuş.

Filmin sonunda kendi kendinize "dostluk neydi?" sorusunu sorarken bulacağınız, derin anlamı olan bir filmdi. şu sıralar bir şeyleri sorgulatan birçok film izliyorum. izlediğim filmler genelde psikolojik filmler olduğundan, kendimi sorguluyorum her gün. ama çok önemli bir şeyi atlamışım film seçerken, arkadaşlık. güven. dostluk; gençlik hevesiyle beraber eğlenip çılgınlıklar yapmak mı? yoksa yaşadığın en kötü anda, içinde boğulduğun o düşüncelerin ve çaresizliğin içinde bile olsan, kendini boğulmaktan kurtarmak uğruna dostundan vazgeçmek mi?

Filmde hayatımızı kuşatan birçok acı-pis gerçeklere değinildi. Herkesin de farkettiği gibi en çok hissettiğiniz o, güçsüzleşince, baş sıkışınca nasıl canavarlaştığımız. Nasıl yalancı ve çıkarcı varlıklara dönüştüğümüz. En çok dikkatimi çeken şeylerden bir tanesi d, her zaman dizilerde gördüğümüz o uğraşmalı, çetrefilli ve maceralı soruşturmaların aslında çoğu zaman yalan olduğu. Soruşturma? Kim uğraşacak ki şimdi onunla? Bu veletler için o kadar uğraşsalar ne kazanacak bu memurlar? Zaten büyük bir ajans da dava çabuk kapansın diye baskı yapıyor. Ne yapabilirler ki yani? Yolla gitsin. En kolayından bir hikaye yaz gitsin. Soruşturulursa aylar hatta yıl boyunca bile sürebilir. Ne gerek var? İnsan "Ben olsaydım ne yapardım?" diye düşünüyor. Gerçekten. Biz olsaydık ne yapardık? O şiddeti durdurur muyduk? Açıkça ifade verir miydik? Ya da soruşturma için rütbemizi tehlikeye atar mıydık? Adaletin, gerçeklerin peşinden koşar mıydık hakikaten?

En çok içimi acıtan replik 'Ben askerdeyken bir şey olursa arkadaşlarım gelir. Telaşlanma.' oldu sanırım. Ne arkadaşlık ama, değil mi? Young Bi'den hiç beklenmeyecek bir durumdu bence bu yaptıkları. Ama hayat işte, korku insana neler yaptırmıyor.

Arkadaşlar anlamasını bilene gerçekten derin ve gerçek hayatı anlatan bir filmdi bence. Konusunu üstün körü takip ettiğim sırf oyuncular için izlediğim bir yapım olacaktı.İzledikten sonra konusu gerçekten farklı geldi. Filmin en büyük dezavantajı senaryosunun kötü kurgulanmış olmasıydı. Fakat içinde vermiş oldu mesajdan ötürü pek de umursamadım açıkçası.

5 Mar 2018

Jugglers / Kore Dizisi


Dizi, bir ofisteki tüm işleri yapmaya istekli olan bir kadın (Baek Jin-Hee) ile her şeyi kendi yapmak isteyen bir patronun (Choi Daniel) etrafında dönmektedir. Dizinin yönetmen koltuğunda "Cheer Up!" ve "Beyond the Clouds" dizilerinin yönetmenliğini ve "Secret", "Spy" ve "Five Children" dizilerinin yapımcılığını yapan Kim Jung-Hyun oturmaktadır.


Baek Jin Hee, dizide Jwa Yoon Yi karakterini canlandırıyor. Daha önce Empress KiTrianglePride and Prejudice, My Daughter, Geum Sa-Wol, Missing Nine dizilerinde izledim. Beş yıldır bir yönetici asistanı olarak çalışan Jwa Yoon Yi, parlak bir kişiliğe sahiptir. İşininde fazlasıyla özverili ve itaatkâr birisidir. Yönetici asistanlığı görevini layıkıyla yerine getirmektedir.Gözü kara olduğu için tuttuğu her işi koparak bir karakterdir. Bir işi yapıyorsa mutlaka sonuna kadar tamamlar. Beak Jin Hee'ye bu tür karakterler pek bir yakışıyor.

Daniel Choi dizide Nam Chi Won karakterini canlandırmaktadır. Daha önce School 2013Heart to Heart dizilerine izledim. Şirketteki video işlem bölümünün başı olan Nam Chi Won, en zor işlerin bile üstünden kalkabilen azimli bir çalışma temposuna sahiptir. Çok konuşkan birisi değildir, başkalarının ne yaptığı ile ilgilenmez ve herkese karşı soğuktur. Ancak tüm bunlara rağmen kadınlar onu çekici bulmaktadır. Genelde ciddi rollerde izlediğim Choi, ciddi tarafının yanı sıra farklı bir yönünü daha bu dizide izlemiş oldum. Romantik-komediyi iyi tutturdu gibi.
Lee Won Geun, dizide Hwang Bo Yool karakterini canlandırmaktadır. Daha önce  The Moon Embracing The Sun, Secret Door, Hyde Jekyll, MeCheer Up!A Person You May Know dizilerinde izledim. Şirketteki spor bölümünün başı olan Hwang Bo Yool, çalıştığı şirketin kurucusunun en genç torunudur ve ailenin her zaman sorun çıkaran günah keçisidir. Ailesi uygun gördüğünde onu askere göndermeye zorlamış ve kendilerine bağlayabilmek için spor bölümünün başına geçirmiştir. Bu yüzden de eline geçen her fırsatta başını belaya sokmaktadır. Bir yılda 100 sekreteri istifa ettirmeye kararlı olan Bo Yool 89. sekretere geldiğinde işler zorlaşır. Won Geun  her ne rolde oynarsa oynasın her türlü izlerim :)


Kang Hye Jung, dizide Wang Jung Ae karakterini canlandırıyor. Kendisi Epik High grubunun üyesi Tablo'nun eşi olmasıyla birlikte izlediğim ilk dizisi. 15 yıllık ev hanımlığından sonra bir şirkette yönetici asistanlığı yapmaya başlayan Wang Jung-Ae, insanların söylediği her şeye inanmak isteyecek kadar iyi kalpli olduğu için etrafındaki insanları endişelendirmektedir. Bir gün, kocası sabahın erken saatinde yürüyüşe çıkar ve bir daha da geri dönmez. Bunun üzerine uzun süre yaptığı ev hanımlığını bırakarak iş aramaya başlar. Kendini Hwang Bo Yool  yönetici asistanlığı yaparak bulur.

Cha Joo Young dizide Ma Bo-Na karakterini canlandırmaktadır. Daha önce My Unfortunate Boyfriend, Cheese in the Trap, Love in the Moonlight  dizilerinde izledim.Yoon Yi ile aynı şirkette çalışmakla birlikte en yakın arkadaşlarından biridir  Yönetici Jo Sang Moo'nun yönetici asistanlığını yapmaktadır. Jung Hye In dizide Park Kyung Rye karakterini canlandırmaktadır. Daha önce Doctor StrangerHealer dizilerinde izledim. Kyung Rye Yoon Yi'nin kız kardeşidir. Onun şirketinin bulunduğu plaza kahve barı işletmektedir. Bu kızın mimiklerine bayıldım. En soldaki.

En çok güldüğüm sahnelerden biri oldu.
Bu sahneden sonra kendine idol olarak seçti :)

  • Hukuk, fantastik, polisiye geçmişli diziler derken devrelerimiz yanınca, bu dizi ilaç gibi geldi.
  • Ofis aşkları ve ofis hırsları, ofis oyunları, ofis çalışanları.vb. böyle ofis dizilerini de seviyorum. Başarı hikayeleri genelde hoşuma gidiyor.Klişeydi ama güzel bir klişe hani herkesin bildiği ama herkesin hoşuna gidecek şekilde olan klişelerden. 
  • Yönetici asistanlarının yaşamlarını anlatıyor gibi. Daha doğrusu büyük şirketlerdeki olan biteni de gözler önüne serecek, ne çeşit hokkabazlıklar yapılıyor, ne dalavereler çevriliyor, kimin eli kimin cebinde, çalışanlar, çalışmayanlar, yan gelip yatanlar, çalışanların sırtından kazananlar, ve gördüğünüz gibi asistanını her işe koşturup arkasından vuranlar. 
  • Finalde senariste tek eleştirim olursa belki o da şu konuda olabilir : Mr. Jo baya diziye renk katan biriydi onun sonunun böyle olması biraz ağır kaçmış . Hani pis işerini değilde hep nam chi won ile eğlenceli kapışmalarını gördük bu yüzden eğlenceli bir son beklerdim onun içinde.Gerçekten hapise atılması gerekiyor muydu , bilemiyorum.
  • Baek Jin Hee'yi çok severim performansını da yerinde buldum.  Choi Daniel inşallah bir daha bu kadar ara vermez. İki oyuncu arasındaki uyum güzeldi.
İlişkilerde samimiyetin öneminin vurgulandığı çok şeker bir diziydi. Demir gibi görünse de aslında çocuk gibi yürekli kocaman adam Nam Chi Won ve tüm şirinliklerine rağmen çok duygusal Yoon Yi nin hikayesi gerçekten izlenmeye değerdi.  Özel sektör sekreterlerinin koşuşturma ve zorluk dolu iş hayatlarını anlatması hoşuma gitti. Bu sene bir dolu iddialı yapımlar olunca bizim seyircinin pek dikkatini çeken bir dizi olmamış malesef.  Açıkçası ben beğendim, boş zamanlarda haftasonu kafa dağıtmak için izlenebilecek bir dizi.

Dizi için puanım; 6,9/10

13 Kas 2017

En İyi Güney Kore Filmleri - 1.Bölüm

Güney Kore, Tavırlarıyla, aile içi yaşamlarıyla, akrabalık ilişkileri ve büyüklere saygı gibi unsurlar ile onları kendimize yakın hissetmemizi sağladığı için, ülkemizde popülaritesini günden güne arttırmaktadır. Durum böyle olunca Güney Kore sinema sektörü Türkiye'nin de dahil olduğu, dünyanın bir çok ülkesinde popüler hayran kitlesine sahip ülkelerden biri olmaya hızla devam ediyor.

Uzakdoğunun arabesk milleti olarak bilinen Güney Koreliler ağlatmayı, aksiyonu, dozunda komediyi yani duyguları yansıtma konusunda ki başarıları ile hollywood sinemasının soğuk ve bencil karakterlerinden sıkılanlara rahatlık sağlar. İnsani duyguları yerli yerine koyar. Bel altı vurmaya şartlamadan güldürür. Ele alınan senaryonun en uç türlerini sizin karşınıza film olarak çıkarırlar. Aşk, nefret, intikam, onur, korku, sevgi, ihtiras gibi insana ait bütün duyguların en aşırı uçlarına şahitlik etmemiz mümkün. Örneğin; silah kullanılmayan mafya filmleri, hıçkıra hıçkıra ağlatan dram filmleri, başrollerin de öldüğü müthiş aksiyon filmlerine rastlamak Güney Kore sinemasında olası. Ülkemizde bu kadar revaçta olan Güney Kore sinemasının en iyi 10 filmiyle sizlerleyim.


The Man From Nowhere-Mazisi Olmayan Adam (2010)

2010 yapımı olan bu film hem gişede başarılı olmuştur. Hem de çok sayıda ödüle layık görüşmüştür. Biz buna müthiş kurgulanan senaryo, oyunculuk ve yönetmenlik başarısı diyebiliriz. Bir rehin dükkanının sahibi  olan Cha Tae Shik (Won Bin) kimsenin geçmişi hakkında bir şey bilmediği esrarengiz fakat sorun yaratmayan bir adamdır. Komşusunun ufak kızı So Mi(Kim Sae Ron) ile aralarında garip ve içten bir bağ vardır. Tae Shik kimseyle konuşmaya gerek duymasa da ufak kıza sürekli öğütlerde bulunur. Annesi sorun çıkardığında evinde kalmasına dahi izin verir. Annesinin karıştığı bir olay sonucu kız kaçırılır ve durumu öğrenen Cha Tae Shik'in de, bu işe dahil olmasıyla başlayan harika bir kurgunun içinde buluyorsunuz kendinizi. Başta durgun başlayan hikaye gelişme bölümüne geldiğinde aksiyonun dibine dibine vurup finale doğru drama bağlamasıyla harika bir yapım ortaya çıkıyor.

A Moment To Remember- Hatırlanacak Bir An (2004)

Oyuncu kadrosu sınırlı, iki kişi üzerinden baz alınarak anlatılan hikayenin konusu, unutkan karakterimiz Su Jin'in (Son Ye Jin) bir gün markette çantasını ve aldığı içeceği unuttuğunu fark edip markete geri dönmesiyle,o esnada marketten çıkan bir müşterinin  kendi içeceğini yürüttüğünü düşünüp ilginç bir harekette bulunur. Hatasını fark eden genç kız bu duruma geç kalıyor olsa da iş içten geçer. Soo Jin'in babasının yanında çalışan adamlardan birinin Cheol Su (Jung Woo Sung)  yani markette gördüğü kişi olduğunu öğrenir. Sonrasında olaylar farklı bir yönde ilerliyor. İzlerken mendilleri hazırda bulundurmayı ihmal etmeyin. Ana hikaye başta çok sıradan ve arabesk gelse de, detaylara ve içinde ki etkileyici küçük hikayelerinin yanına bir de oyuncuların başarılı performansını da eklersek, seyirciyi etkisi altına almakta zorlanmıyor.Film; 2001 yılında Japon dizisi temel alınarak uyarlanarak 2004 yılında vizyona girmiştir. İlk bir saat boyunca ağlamaya hazırlık aşaması ve son yarım saatte dramın dibine dibine vurduğu Güney Kore filmi romantik/dram izlemek isteyenler için ideal bir yapım.

Miracle In Cell No: 7. Koğuştaki Mucize (2013)
Kızı Yesung (Kal So Won) ile mutlu bir hayat süren  zihinsel engelli baba Yong Goo'nun (Ryoo Seung Ryo) 1997 yılında işlemediği bir suç yüzünden cezaevine girmesiyle başlayan serüven hapishanede azılı suçlularının 7 nolu koğuşa düştükten sonra yaşanılan dramın ardından yıllar sonra babasının adını temize çıkarmak için avukat olan Yesung’un (Park Shin Hye) adalet için savaşına tanık olacağınız baş yapıt denilebilecek filmlerden biri Miracle In Cell No: 7. Dozunda komedi, dibine kadar dram ve mükemmel iki oyunculuğu harmanlayarak göz pınarlarınızı kurutana kadar ve doğrudan yüreğinize ve vicdanınıza işleyen harika komedi-dram türünün örneklerinden biri.

Old Boy- İhtiyar Delikanlı (2003)

Uyandığında kendini özel bir hücrede bulan Oh Dae Su (Choi Min Sik) 15 yıl tutsak olarak yaşadıktan sonra karısının ölümünü onun üzerine yıkmalarının ardından serbest bırakılır. Dae Su, kendisine bu kötülüğü yapanları bulup intikam almasını konu alan bu film, 2004 yılında Cannes Film Festivalinde büyük ödülün sahibi olmuştur. İnce zeka oyunlarıyla kurgulanmış Old Boy,  hem teknik hem de üslubu olarak kendine has bir film olarak biliniyor. Bilinçaltınıza şiddet, intikam, aşk, cinsellik, ara ara derinlemesine felsefi, bazen de olduğu gibi basit temalarda bulunan zekice yapılmış bir başyapıt. Filmin müzikleri deseniz harika ötesinde. 2013 yılında Hollywood versiyonu uyarlanmasına rağmen ne yazık ki orjinali kadar sükse yapmamıştır.


My Sassy Girl-Hırçın Sevgilim (2001)

Gyun Woo (Cha Tae Hyun) bir akşam evine döndüğü sırada metro istasyonunda-  güzel ama bir o kadar sarhoş Ji Hyun Jun'a (Gianna Jun) rastlar. Kız o kadar sarhoştur ki trenin önüne düşmekten Gyun Woo kurtarır. Çevredeki herkes onların sevgili olduğunu düşünüğü için  Gyun Woo ses etmez. Tesadüf sonucu karşılaşan iki gencin hikayesini konu alan filmin çıkış noktası aslında şu şekilde; Kim Ho Sik adında bir gencin, kız arkadaşına karşı duygu ve düşüncelerini kendi blog sayfasında yazması sonucu ile başlayan serüven büyük ilgi görünce önce senaristlerinin ilgisini çeker  daha sonrasında roman olur. O romandan uyarlama yapılan Sassy Girl ise, Güney Kore'nin romantik-komedi türünün en iyilerinden biri olarak kabul edilir. Aşkın her evresini konu alan, güldüren, eğlendiren ve duygulandıran bir film olmakla beraber, Cha Tae Hyun ve Gianna Jun'un hafızalarımızda yer ettiği filmlerden biri olarak yerini almış bulunmakta.

Only You-Sadece Sen (2011)
Sakin bir hayat sürek eski bir boksör olan Chul Min (So Ji Sub) ile gözleri görmemesine rağmen hayata sıkı sıkı tutunan Jung Hwa (Han Hyo Joo) arasında geçen aşkın hikayesini konu alıyor. Klişe bir hikayenin içinde kendimizi buluyor olsak da Han Hyo Joo ve So Ji Sub'un iyi oyunculuklarıyla harikalar yarattığı  film Only You; ne dram ne de romantizm abartılacak boyutta olmamasına rağmen iki öğenin güzel kaynaştırılmasıyla izlerken  duyguları içinizde yaşayıp karakterleri kabulleniyorsunuz. Film, ülkemizde "Sadece Sen" adlı film olarak uyarlanmış olup orjinali kadar sükse yapmamıştır.

Hansel&Gretel- Hansel ve Gretel (2007)

Lee Eun Soo (Chun Jung Myung) annesinin evine giderken ormanın kenarında kazar yapar. Uyandığında kendini bir evde bulan, 3 çocuk ile bu evde mahsur kalan kahramanımız her ne kadar kurtulmak için çabalıyor olsa da sürekli başladığı yere geri döner.Kısaca anlam veremediği bir gizemin içinde kendini bulur. Filmin adından da anlaşılacağı üzere Hansel ve Gretel masalını konu alıyor fakat bildiğimiz masalı farklı yönleriyle izleyiciye aktarıyor senarist.Pek fazla içinde korkuyu barındırmasa da yer yer gerilimi hissetmeniz mümkün. Filmin yönetmeni kadar görüntü yönetmenini de tebrik etmek lazım. Hiç kuşkusuz kendi alanlarında güzel işler sergiledikleri ortada olan bir film.

A Hard Day-Zorlu Gün (2014)
Polis olan Go Gun Soo (Lee Sun Gyun) annesinin cenaze töreninden dönerken bir adama çarparak, öldürür. Gecenin karanlığından faydalanıp suçunu gizlemek ister. Onu annesinin tabutunun içinde beraber gömer. Fakat yaptığı kazayı gören görgü tanığı vardır ve onu tehdit etmektedir. Klasik bir konu gibi klişelerle süslenmiş olsa da senaryonun kurgusu, kara mizah, suçluluk psikolojisi, karakterler arası geçişler başarılı bir şekilde yansıtılmış. Filmin ilk yarısı düşük olan tempo ikinci yarısında yerini heyecana ve aksiyona bırakıyor. Lee Sun Gyun'un oyunculuğu ise kendine muazzam, kendine hayran bırakan cinsten. Canlandırmış olduğu Gun Soo karakteriyle toplamış olduğu bütün ödülleri hak ettiği kanaatindeyim.

The Classic-Klasik (2003)
Üniversite öğrencisi olan duygusal bir kız olan Ji Hee(Son Ye Jin) küçük yaşta babasını kaybetmiş annesi ise çalışmak için yurt dışına gitmiştir. Hayatta ki tek varlığı olan annesini özlediğimi zamanlarda onun geçmişine ait hatıraları gün yüzüne çıkararak gidermektedir. Bu hatıralar, annesinin babasıyla tanışmadan önceki sevgilisi ve ilk aşkı olan Jun Ho(Cha Seung Woo) ile birbirlerine gönderdikleri mektuplardır. Ji Hee, içinde ki kopan fırtınalardan ancak bu şekilde kaçmaktadır. Senaryonun içinde ki detaylar, temiz aşk, yaşanan ve yansıtılan duygular o kadar içten ve samimi geliyor ki, kimi sahnede gözleriniz dolduğunu hissetmeniz mümkün olabiliyor

Daisy-Papatya (2006)
Amsterdam şehrinde yaşayan güzel ve yetenekli ressam olan Hye Young(Gianna Jun) şehrin işlek caddelerinde ilgisini çeken insanların resimlerini yaparak geçimini sürdürmektedir. Kore mafyası emrindeki kiralık katil olan Park Yi (Jung Woo Sung) bir gün papatyaların resimlerini yaptığı sırada Hye Young’u gören katil ona aşık olmasıyla başlayan olaylar silsilesini konu alıyor. Tesadüfler, muhteşem doğa manzaraları, şehir manzaraları, olan filmin en çarpıcı öğesi ise güzel anlatımı. Çok fazla ikili konuşmalara tanık olmadığımız daha çok iç sesleriyle geçen bir film olmasından kaynaklı romantik bir film olarak dünyanıza giriyor. Daisy, yağmurlu bir günde battaniyeye sarılıp izlemelik türden harika bir film.

24 Eki 2017

Dangal



Aamir Khan filmlerini izleme furyasına 3 Idots ile başlamıştım. O filmden bu yana izlediğim 4 filmini de beğenerek arşivime dahil ettim. İzlediğim beşinci filmi Dangal'da bir kez daha Hint ve dünya sinemasına iz bırakmış. Filme gelecek olursak Aamir Khan filmerinde her zaman ülkesinde gördüğü olumsuzlukları yansıtıp eleştirmiştir. 3 Idiots filminde eğitim sistemini, P.K filminde etnik ve dinsel ayrımcılığı, Talaash filminde fuhuş batağını ve suç zincirini esas alarak göndermelerde bulunmuştur. Bu son filmi Dangal'da ise ülkesinde spora verilen desteğin azlığından dem vurup, biraz verilecek bir destekle neler yapılabileceğini gerçek hayattan esinlenerek bizlere sunmuş. Filmdeki zaman atlamaları, mekan seçimleri iyi yapılmış. Güreşçi kızların küçüklük ve büyüklük hallerini canlandırmada oyuncu seçimlerine de dikkat edilmiş. Müzikler de her zamanki gibi güzel. Sözlerine fazla takılmadan ritme ayak uydurun. Benden söylemesi. Son olarak Güreş ile ilgili de öğretici bilgilere yer verilmiş. Hiç güreşten anlamayanlar bile izlerken güreş sporuyla ilgili faydalı birkaç bilgiye sahip olabiliyor. Sinema sever arkadaşların özellikle Hollywood dünyası dışında iyi yapımları arayanların kaçırmaması gerek bir film.

Aamir Khan filmlerinin karakteristik özelliği sizin yolu sevmenizi sağlar amerikan filmleri gibi varacağınız noktayı değil. Holywood ise sizi şaşırtır, seni şuraya götüreceğim der, sen olur dersin ve hop bambaşka bir yere gidersin, bu esnada ilk kez gördüğün yollardan geçersin senin için ilk olan bir deneyimdir. Aamir  Khan filmlerinde ise varacağın nokta değil yolda olduğun zaman ve yolun kendisi önemlidir. Seni sen yapan şey varacağın nokta değil, yolculukta geçireceğin zamandır. Bu nedenle süreler uzundur ve sen daha ilk dakikadan itibaren nasıl bir yolculuk yapacağının farkına varırsın. Hollywood filmleri evden hiç bilmediğin yerlere tek başın seyahat etmektir nereye gideceğin, nelerle karşılacağın spontane gelişir. Bollywood filmleri ise eve dönüştür; seni neyin beklediğini bilirsin ve yolculuğun keyfini çıkarmaya çalışırsın. Bu yolculuk sırasında çocukluğun, aile ilişkilerin, arkadaşlarınla, yaşadıkların, ilk aşkın veya son aşkın her şey yeniden gözünün önünden geçer. Kısacası tüm yaşadıklarını zihninde farklı yorumlarla yeniden yaşarsın. Bu bakımdan Aamir Khan filmleri bir tür meditasyon etkisi yaratır. Film bittiğinde gözünüz, kulağınız ağrımaz, zihniniz yorulmaz, çıktığınızda iyice dinlenmişsinizdir. Ve artık olgunlaşmışsınızdır çünkü film izlerken geçmişinizde yaşanan ve aklınızda takılı kalan bir problem çözülmüştür. Şişman olduğunuz için size espri yapan bir arkadaşınızı artık affetmişsinizdir, yüzünüzde iz kalan yaraya sebep olan kardeşinizi daha çok sevmişsinizdir, ilkokul öğretmeninizin size neden öyle davrandığını artık anlamışsınızdır. Dangalı izlerken babayla kızın ilk kavgasında, nasıl bir film sonu olacağını net bir şekilde tahmin ediyorsun. Film özellikle baba-kız ilişkisini çok iyi anlatmış. Duygusal yoğunluğu orta düzeyde bir başarı temalı film.

Aamir Khan'ın her filmini izledikten sonra bundan daha iyisini yapamaz herhalde diyorum ama her defasında da yeni bir konu buluyor ve daha iyisini yapıyor. Draması, heyecanı, aksiyonu tam kıvamında ilerliyor. Her filminde olduğu gibi izleyiciyi filmin içine çekmeyi cok iyi başarıyor. Film efsane, vermek istediği mesaj ve işleyişi zaten hayata bakış açınızı sorgulatır her Aamir Khan filminde bunu gördük. Yaklaşık 3 saatlik süresiyle Bollywood endüstrisinde sıkmadan izlettiriyor. Kadın ve erkeğin toplumda eşit olma gerekliliğinden tutun spordaki usulsüzlüklere kadar birçok mesaj var. Oyunculuklara gelirsek tüm ekip efsane bir de atlamadan geçilmemeli cast ekibi özenle seçilmiş kızların yıllar sonraki değişimleri ve Aamir Khan değişim evreleri çok iyi yansıtılmış. Gerçekten o kiloları almış ve sonra vermiş. Filmin yönetmenine ilk karakterin yaşlı sahnelerini çekelim sonra genç sahneler için motivasyonum olur kilo veririm yoksa kilolar benimle kalır demiş.

Sıcacık bir hikaye, muhteşem oyunculuklar, harika bir senaryo. Film her şeyden öte ders verir nitelikte. Hindistan, ülke olarak bu bakış açısını korur ve ilerletebilirse, çağdaş bir ülke olma yolunda hızlı adımlara yolunu alacaktır. Aamir Khan'a söylenecek aslında fazla bir kelime yok. Sadece Bollywood değil tüm dünyada yaşayan en iyi aktörler arasında. Film her anlamda takdire şayan edilecek bir yapım

Film için puanım; 9/10

9 Ağu 2017

Dunkirk


2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Nazi Almanyası'nın net bir üstünlüğü vardır. Mayıs 1940'ta İngiltere, Kanada, Fransa ve Belçika'ya ait müttefik ordularından 400 bin asker, Fransa'nın İngiltere'ye çok yakın Dunkerque (Dunkirk) bölgesinde Alman Ordusu tarafından karadan tamamen kuşatılmıştır. Almanlar bu askerleri hava bombardımanlarıyla yok etmeyi planlarken, İngiliz Başbakanı Churchill'in yönlendirmesiyle askerleri kurtarabilmek için çok tehlikeli ve savaşın gelişimi açısından hayati önemde bir tahliye operasyonu başlatılır. Dunkirk, filmi, 2. Dünya Savaşı'nın seyrini etkileyen olaylardan Dunkirk Tahliyesi'ni karadan, havadan ve denizden farklı bakış açılarıyla izleyiciye aktarıyor.

Öncelikle Dunkirk günümüz Hollywood sinemasının duvarlarını yıkan bir film Sovyet film tarzını benimsemiş. Bu da kısaca ana karakter yerine bir grup bir veya bir alandaki olayları anlatan tarzda ancak bu tarz o kadar nadir ki bu filmde eleştiri olarak karakter gelişimi yok gibi yorumlar geliyor. Ancak Nolan çok başarılı bir yönetmen olduğunu bir kere daha kanıtlayıp çok zor bir şeyi başararak karakter gelişimi olmadan da kaliteli işler olabileceğini gösterdi. Hatta filmi öyle bir halde yaptı ki karakter gelişimi olsaydı bu film sıradan bir filme dönebilirdi. Film, kusursuz olmuş zaman kavramanın aslında herkese göre değişebildiğini gösteren anlarla doluydu. Çoğu insanın filmle ilgili eleştirisi aşırı yüzeysel oluyor. Gerçi onlarda haklı. Son zamanlarda Hollywood furyasında olan her şeyden azar azar verip herkesi çekelim gibi bir gayesi olmadan bir film yapılmış.Bu tarz filmlerin başarılı olması çok zordur bunun için her şeyin harika yapılmış olması gerekir ve her şey harika olsa bile işin içine çok azda şans lazım oluyor çünkü bu tarz filmler gerçek sinema kültürü sever insanlar tarafından beğenilse de seyirciyi içine çekmekte zorluk yaşıyor ancak Nolan zaman kavramını kendine göre yazarak aslında her olayı farklı açılardan farklı zamanlarda göstererek seyircinin ilgisini taze tutmayı başarabilmiş ben filmi aşırı derecede beğendim.

Bu filmi diğer savaş filmlerinden ayırmak gerekiyor çünkü arka planı savaş olsa da Nolan'ın bize göstermek istediği daha çok insanın bir savaşta nasıl zorluklar yaşadığı ve bu zorluklarla mücadele edip nasıl hayatta kalmayı başardığını anlatmış.Yani kısaca bu filmde çatışma sahneleri yerine insana ve psikolojilerine yönelmiş.Ve bunu kesinlikle muhteşem yapmış. Ama doğrusunu söylemek gerekirse Nolan'dan gerçek bir savaş filmi görmeyi çok isterdim. Bu denli büyük çapta maliyetli bir filmde efsane çıkarma, çatışma, patlamalar vs. fena olmazdı. Muhtemelen herkesin beklediği de buydu ki bir çok kişi hayal kırıklığına uğradı. Benim karşılaştığım gayet iyiydi,  memnunum. Sonuçta yine farklı bir film ve yine Nolan.

Oyunculara gelirsek öyle pekte ön planda olan oyuncu yoktu çünkü senarist rolleri herkese eşit dağıtmış ve fazla da diyalog sahneleri de bulunmuyor. Ama Tom Hardy, Cillian Murpy ve Mark Rylance'ı görmek çok iyi geldi. Bunların dışında müzikler tabii ki yine Hans Zimmer'a ait. Aynı zamanda filmin görsel efektleri, sinematografisi gibi teknik dalları da oldukça başarılı bu senenin tartışılmasız en başarılı filmlerinden birisi.Film dediğimiz sanat içinde büyük oranda matematik barındırır her unsuruyla bir denklem çıkarır ortaya. Bu bilmem kaç bilinmeyenli denklemi çözebilen isimlerden biride Christopher Nolan. Film esnasında adeta tepenize bombalar yağıyor, tekneden gemiye gemiden kumsala savruluyorsunuz, ciğerlerinize su doluyor, yüzünüz gözünüz petrol oluyor, korkuyorsunuz, seviniyorsunuz. Tam da bu kadar gerçekçiydi. Tom Hardy bir maske arkasında (Bane karakterine atıfla) birkaç sahneyle bile muazzamdı. Bunun dışında Nolan filmlerinin değişmez yüzü Murphy, genç oyuncu Fionn Whitehead, Jack Lowden vs. hepsi üstüne düşen rolleri kusursuz halde beyaz perdeye yansıtmışlar.

Televizyonda  Christopher Nolan'ın Kanal D haberdeki kısa röportajını izledim, diyor ki; "18-19 yaşındaki kişilerin ailesini bırakıp savaşa gitme ve dönüş hikayesini anlattık, oyuncuları tanınmayan kişilerden seçerek gerçekçiliğe önem verdik" diyor. Christopher Nolan bu hikayeyle 100 dakikalık Dunkirk filmini yaptıysa demek ki Nolan Çanakkale'de 15 yaşında cepheye omuzunda silahla giden bıyığı dahi terlememiş çocukların kahramanlıklarını bilse Batman gibi 3 seri film çekerdi herhalde.

Çoğu kimse bu filmi Er Ryan'ı Kurtarmak ile kıyaslamışlar.Bence böyle bir kıyaslama yapmak hem Er Ryan filmine saygısızlık olur hem de Dunkirk'ü anlamadığınız sonucunu çıkarır.Bu filmde kahraman bir ana karakter yok,kaldı ki gemisini kurtaran kaptan misali herkes kendisinin kahramanı (ya da bize göre korkağı).  Tarihle ilgileniyor ve 2. dünya savaşı hakkında yeterli bilgiye sahipseniz filmin tam olması gerektiği gibi olduğunu anlarsınız. Şimdi burada Dunkirk olayını tamamen anlatacak değilim ilgisi olan araştırmıştır fakat Dunkirk İngiltere ve Fransa için kader belirleyicidir. 2. Dünya savaşına devam etmelerini sağlayan yegane olaydır. Nazi Almanya'sının yok edici gücüyle ezilen Fransa'nın kalan askerleriyle, onlara yardım etmek için yola çıkan fakat herhangi bir başarı elde edemeyen İngiliz askerlerinin bir nevi dramına şahit olduk filmde, öncesinde belki birkaç sahneyle durumun vaziyeti daha iyi anlatılabilirdi fakat Nolan izleyicilerin biraz bir şeyler okuyup gelmesini istemiş belli ki. Olay sırasında tanklarını ve ordularını durduran Almanya ( ki neden böyle bir hamlede bulundukları hala tartışılır, filmde bizi havadan avlamak varken neden tanklarını harcasınlar denmiştir fakat bu yetersiz bir açıklamadır bana göre ) savaşı kaybetmelerini sağlayan en büyük 2. hatayı yapmıştır. (ilk hataları ise Rus topraklarının coğrafi şartlarını bilmeden Rusya'ya saldırmaları, ve Nazilerin göz nuru tanklarının bataklığa saplanıp kalmasıdır) Konunun bir kısmına hakim biri olarak filmi çok beğendiğimi söyleyebilirim. Bir savaş filmi olarak değil, bir kurtulma mücadelesi olarak bakıyorum filme.

Son olarak (bu kısmı biraz spoiler olabilir) filmde çok fazla diyalog yoktu doğru fakat bir diyalog vardı ki gayet etkileyici;
- What do you see?
- Home

10 Şub 2017

That Sugar / Belgesel


Yaklaşık 2 ay önce izlediğim  Avustralya yapımı bir belgeseli sizinle paylaşmak istiyorum. Şekerin hem bedenen hem de ruhen insanlar üzerinde nasıl korkunç etkiler yarattığını, çok akıcı ve de aslında eğlenceli şekilde anlatan 1,5 saatlik belgeselde, kalori artırımına gitmeden ve içinde şeker olduğu herkes tarafından bilinen dondurma ve çikolata gibi besinlerle de beslenmeden, iki ay boyunca vücuduna şeker yükleyen bir adamın hikayesi anlatılıyor. Özellikle hiç düşünmeden tükettiğimiz içecekler, soslar, mısır gevrekleri gibi ürünlerdeki devasa şeker miktarı resmen yüzümüze vuruluyor.Büyük şirketler tarafından nasıl da güzel kamufle edildiği de filmde kendine yer bulan diğer bir konu.

Yediğime içtiğime az da olsa dikkat eden birisi olarak salça dahil olmak üzere sosların içinde şeker olabileceği aklımın ucuna bile gelmezdi. Evimizde bulunan salçanın 100 gramında 12.5gr şeker olduğunu görünce epey şaşırdım. Bu da yaklaşık 3 küp şeker ediyor. 1 kiloluk salçanın içinde 30 tane küp şeker var demek oluyor ve biz farkında olmadan tüketiyoruz.

Belgeselde; rafine şeker içermeyen ürünlerle aldığı günlük 2.300 kaloriyi beslenme alışkanlığını değiştirerek 60 gün boyunca şeker içerikli gıdalarla değiştiriyor. meyveli yoğurt, gazlı içecek, soslar vs.
60 günün sonunda sadece fiziki olarak sağlığının bozulmasının yanında yorgun ve en önemlisi ruhen de çökmüş hissediyor. Yani sadece kilo almıyor.

Rakamlarla ise:
(önemli olan ve unutulmaması gereken bu rakamlara aynı kalori ile ulaştı yani günlük 2.300 kalori ki bu da beslenmenin önemini gösteriyor)
8,5 kg aldı.
vücut yağ oranı %7 arttı.
inanılmaz ama bel ölçüsü tam 10 cm arttı yani göbekten kilo aldı.

Sağlıklı beslenmeye çalışan kişiler bile bazen iradesine yenik düşebiliyor ama bu filmi izledikten sonra bir şeker zerresini bile ağzınıza atarken bin kere düşüneceksiniz. Zira ben izlediğimden bu yana yaklaşık 2 aydır şeker içerikli hiçbir şey tüketmiyorum. Ayrıca, Amerika'nın mısır şurubu üretimi ve şekerin sağlığa zararının olmadığı konusundaki ispat çalışmaları da yüzeysel olarak anlatılmış. Bence bu konu ayrı bir belgeselin konusu bile olurKilonuzdan şikayetçiyseniz ve ne kadar dikkat etsem de kilo veremiyorum diyorsanız, bu filmi bir izleyin. Bir film izledim ve hayatım değişti cümlesini kuracağınıza eminim.

15 Ara 2016

Train to Busan


Uzun zamandır yoğunluğumdan dolayı dizi veya film izlemeye vaktim olmuyordu. Fakat bugün o eşiği geçip sonunda dün izlemeye fırsat bulduğum Train to Busan filmiyle geri döndüm. Film vizyona girmeden önce film hakkında bir çok haber okudum. Açık konuşmak gerekirse filmin başrollerinde Gong Yoo ve Ma Dong Seok'un olacağını öğrendiğimden anda beklentimi çok yüksek tuttum. Train to Busan filminin senartistliğini ve yönetmenliğini Yeon Sang Ho yaptı. Filmin konusu; Yıkıcı bir virüs Güney Kore’yi etkisi altına alır. Bu sırada Seul’den Busan’a gitmekte olan trendeki yolcular hayatta kalma mücadelesi verir.

Film gişede rekorlar kırdı, festivallerde gösterildi ve herkesin takdirini kazandı. Durum böyle olunca bizdeki beklenti de tavan yaptı.Yönetmenin kalitesi, büyüğünden küçüğüne oyuncuların yeteneği, araya sıkıştırdıkları dramatik ögeler filme bağlanmanıza vesile oluyor.

Güney Koreliler bir zombi filmine el atmamıştı ona da el attılar iyi ki de attılar. World Z, Ölümcül Deney vs. bu türdeki bütün zombi filmlerini unutun çünkü bu film başka onlar kadar efektif kurgusal değil ama bu türe bile adamlar duygularını katmışlar. Bir zombi filminde duygulanma oranı yada ağlama ihtimali nedir? Bazı filmler vardır boğazınıza bir yumru gibi gelip dayanır, içinizden bir parça kopar gider, zihniniz allak bullak olur bir süre kendinize gelemezsiniz. Şimdi zombili filmde ne alaka diyeceksiniz ki ben bu tarz filmlerden gram etkilenmem ama bu Güney Koreli arkadaşlar yine rahat durmamış dramı sıkıştırmışlar araya İşte bu film o yüzden farklı bu tarz G.Kore filmlerinin reklamı yapılmıyor ülkemizde pek bilinmiyor benim gibi Güney kore sinema, dizi sektörünü seven veya araştırıp didikleyen izleyiciler ancak izleyebiliyor. 

Mantık hataları yok mu?
Var. 
Kurguda sıkıntı yok mu ? 
Var.
Senaryo çok mu iyi? 
Değil. 

Önemli olan bu türde bile duygusal olarak bir şeyler verebilmesi ve izleyiciyi etkileyebilmesi.Film oldukça heyecanlı ilerliyor öyle ki durup düşünmeye vakit bırakmıyor. Kızıyorsunuz, gülüyorsunuz, ağlıyorsunuz, korkuyorsunuz yaşayabilecek tüm duyguları yaşıyorsunuz. Film bu gerilim dolu anların yanı sıra ailede bitmeyen sevgi, kazanılan dostlara olan bağlılık ve verilen sözlere olan aşinalığı içeriyor. Kalite kokan bir film olduğunu söyleyebilirim. . Konunun bütünlüğü öyle bir güzel korunmuş ki sağlam olmasının temeli buraya bağlanıyor. Trenden bir türlü kaçışın olamaması ve arda gelen mantıklı fikirler filmi "Film" yapan etken oluyor. Bu dramın önünde duran asla bitmeyen bir aksiyon var tabi ki. Hollywood'un elbet harika zombi konulu filmleri var. "Ben Efsaneyim, Dünya Savaşı Z, 28 gün Sonra, 28 Hafta Sonra..." Fakat bu Güney Kore yapımının da en iyiler arasına girmesi gerektiğini düşünmekteyim. 


Gong Yoo'nun oynadığı yapımlar arasında şu ana kadar en iyisi Train of Busan oldu.  Böyle kaliteli yapımlarda yer alması onun adına harika olur. Bu filmle beraber yerini sağlamlaştırdı. Şu anda Goblin dizisinde oynuyor. Dizi hakkında bir çok olumlu yoruma denk geliyorum. Filmde ki oyunculuğunu beğendim. Özellikle finalde sergilediği oyunculuk harikaydı. Dizide Kim So Ahn, Gong Yoo'nun kızını canlandırıyor. Güney Kore'de çocuk oyuncuların sergilediği oyunculuklar bir çok aktör ve aktiristler daha iyi. Filmi izlediğinizde bana hak vereceksiniz. Ma Dong Seok'un daha çok dövüşlü dizi ve filmlerde izlemek istiyorum. Filmde genç oyuncular Cho Woo Sik ve Wonder Girls grubundan Ahn So Hee'de yer alıyor.

Ayrıca Hollywood  filmi uyarlayacak. "Train to Busan" filminin birincil yatırımcısı, NEW Şirketi bu konu ile ilgili, "Çeşitli uluslararası yapımlarda büyük başarılar elde etmiş olan en iyi Fransız film stüdyosu Gaumont'la işbirliği yapmaktan dolayı mutluluk duyuyorum. Bu fırsat sayesinde, Kore filmlerinin uluslararası izleyicilerle daha fazla buluşmasını umut ediyorum.” dedi.Gaumont şirketinden bir delege, 69. Cannes Film Festivali’nde izledikleri "Train to Busan" filmine âşık olduklarını ve benzersizliği ile Amerikan sinemaseverlerini büyüleyeceğini belirtti. Yapılan Antlaşma dün gerçekleştiği için henüz filmin Amerikan uyarlaması hakkında (filmin adı, gösterim tarihi vb.) herhangi bir bilgi verilmedi.

Bir filmi film yapa unsurlardan biri de müzikleri Bu yapımın da müzikleri güzeldi. Bir kriz anında insanların birbirlerine nasıl davrandığını gerçekçi şekilde göstermiş, dram-aksiyonu güzel harmanlamış, Bir kaç mantık hatası vardı tabi ki ama izleyin derim heyecanı yüksekte tutmayı başarıyor.

Filmin için puanım; 8,5/10

15 Kas 2016

Arrival

Sonunda Arrival vizyona girdi. Gelir gelmez kendimi sinema salonunda buldum. Hayranlıkla izlediğim Arrival 2016 yılının en iyi bilim-kurgu filmi olarak sektöre adını altın harflerle yazdırdı. Bir kesim filmi Intestellar'a benzetmesine rağmen konusu itibariyle ne yazık ki ben benzetemedim. Bu yorumumu da filmi kötü gibi göstermek için yapmıyorum.Sadece, Interstellar kadar müthiş olacağına dair beklentiye girerseniz sonunda üzülebilirsiniz diye söylüyorum. Asıl yorumuma gelirsek; Interstellar'dan beri izlediğim yeni çıkan en kaliteli filmlerden diyebilirim. Bir bilim kurgu hayranı olarak filmden oldukça etkilendim. 

Ünlü bilim adamı Stephen Wolfram ve oğlu Christopher Wolfram'ın danışmanlığında çekilen filmde, kullanılan bilimin doğru işlenmesi ve doğruluğunu koruması için çok büyük bir özen gösterildiği çok belli. Kurgusal boyutunun olabildiğince az olmasıyla birlikte, filmdeki bilimsel teknikler dikkatli bir şekilde kullanıldı. Film, Ted Chiang tarafından 2000 yılında yazılan "Story of Your Life" öyküsüne dayanıyor.Film de yer alan uzaylıların iniş yaptığı 3 lokasyon var; Birleşik Krallık, Amerikan eyaleti Montana ve Rusya. Bu lokasyonlar aynı zamanda  John Christopher'ın 1988 imzalı romanı "When the Tripods Came"de de uzaylıların iniş yaptığı noktalardı

Üniversitede antik diller üzerine ders veren dilbilimci Louise Banks (Amy Adams), bir ders esnasında ABD'ye gizemli bir uzay aracının indiğini öğrenir. Dünyanın farklı ülkelerine, toplam 12 yere bu uzay araçları inmiştir.Amerikan Ordusu'ndan Albay Weber (Forest Whitaker), uzaylılardan alınan ses kayıtlarının çevrilmesi için Banks'ten yardım ister. Banks, matematikçi Ian Donnelly (Jeremy Renner) ve uzmanlardan oluşan ekip, uzay aracının içine girerler. Mesajı anlayabilmek için çalışmalar sürerken uzay araçlarının indiği diğer ülkeler, uzaylılara saldırma hazırlığına başlar. Banks ve ekibinin tüm riskleri alarak tüm dünyayı etkileyecek bir savaşı önleyebilmek için çok az zamanı olacaktır. Film, 2013 yapımı Düzenbaz filminde birlikte boy gösteren Jeremy Renner ve Amy Adams'ı başrollerinde buluşturuyor

Uzaylıların dünyaya saldırdığı, dünyamızı ele geçirmeye çalıştıkları bol aksiyonlu, görsel efektlerle süslenmiş insanoğlunun varlığını koruma temalı filmlerinden sıkıldınız mı?  İşte Arrival tam sizler için! Uzaylılara bu bakış açısıyla yaklaşan bir film daha önce izlememiştim. 

Filmde aksiyon var mı? 
Çok çok az.

Peki Görsel efektler? 
Çok az

İnanılmaz oyunculuk performansları nasıl? 
Amy kesinlikle harikaydı. 

Film özetle uzay gemilerinin belirli stratejik bölgelerde dünyaya konumlanmalarını ve insanoğluyla iletişim kurma çabalarını anlatıyor. Sonuçta ortada ortak bir dil, işaret, ses, iletişim aracı yok. İşte bu durumda dil bilimcimiz ve ona yardımcı olan matematik hocamız devreye giriyor.Uzaylıların dilini sembolize eden dairesel işaretlerle sonsuzluk kavramını, tüm kainattaki canlıların (uzaylı-insan) günü geldiğinde kendi türlerini, varlıklarını koruyabilmek devam ettirebilmek için birbirlerinin yardımlarına ihtiyaç duyacaklarını dram,felsefe,müzik üçgeninde izleyiciye çok güzel aktarabilen bir film.Festival filmi olarak ilk kez gösterime giren ardından vizyon filmi olan bu yapıt Interstellar ve Inception gibi türünün ilk örneği sayılabilecek bir senaryo ve kurguya sahip bir film.

Bir sonraki paragraf spolier içeriyor. 

Film zeka testi gibi olduğundan kendimce bir kaç açıklama yapmak istiyorum. Uzaylılar nsanlardan yardım istemeye geldiler çünkü onlar bizden farklı bir şekilde evreni ve zamanı yaşıyorlar. Zaman onlarda lineer değil ve öngörülebilir ama nasıl anladıklarını bize anlatmak için önce onların dilini öğrenmemiz gerekiyor. Buraya kadar her şey tamam. Öyleyse 3 bin yıl sonra kendilerinin bir felaket yaşayacağını öngördüler ve bundan kurtulmak için de bizi 3 bin yıl sonra ki felaketten kurtulmak için kullanacaklar. Tabi bundan önce ayrı ayrı toplumlar halinde yaşayan insanların aynı amaç etrafında birleşmelerini görmeleri gerekiyordu. Gördüklerinde dünyamızdan ayrıldılar bize bıraktıkları hediye, dil ve kavramlar sayesinde belki de yüzlerce yıl sonra onlarla iletişime geçebileceğiz. Şu an için bize ne bıraktıkları belli değil zamanı anlamak ve onu bir silah olarak kullanmak denebilir. Mesela düşmanınızın ne yapacağını öngörürsen onu engelleyebilirsin hangi silah bundan daha güçlü olabilir? Louise onlarla uğraşırken geleceği gördü gelecekte Ian ile evlenirse çocuğundan büyük sevgi alacağını ama onun öleceğini öğrendi. Buna rağmen seçiminde değişiklik yapmadı. Özetle kardeş kardeş yaşayın bugün yapmış olduğunuz seçimleriniz sizin geleceğinizi şekillendirdiğini unutmayın mesajı verdiler.

Filmde aşırı teorik bilgiye dayalı sahneler olduğunu söylemem. Fakat gerek dil gerek bilim ve bilişim anlamında izleyiciyi tatmin edecek diyaloglar yer alıyor. Uzaylılara farklı bir bakış açısıyla yaklaşması ve uzaylı filmlerinde o hep gördüğümüz klişelerden biraz uzak bir film olduğu için daha çok cezbediyor.  Interstellar ve Inception filmlerinden bu yana sinemada bu kadar kaliteli ve kendimce güzel bir film izlediğimi hatırlayamıyorum. Özellikle yönetmeni tebrik etmek gerekir bu kadar klişe gibi görünen bir konudan bu denli özgün ve yoğun bir film çıkarabilmek pek de kolay olmasa gerek. Ayrıca müzik-sahne uyumu da bundan etkili olamazdı herhalde. Sağlam ve özgün bir film arıyorsanız mutlaka kaçırmayı, sinemada izleyin.

4 Kas 2016

İkimizin Yerine


Küçük bir kasabada yaşayan ve sürekli kendini tekrarlayan hayatının sırrını çözmeye çalışan Çiçek, ailesinin kendisine dayattığı hayatın içinde sıkışıp kalmış genç bir kadındır. Hayata dair çözülmeyen soruları olan genç kadın, kasabaya yeni gelen edebiyat öğretmeni Doğan ile karşılaşınca her şey değişir. Doğan bu yasak aşka ne kadar dirense de kendini Çiçek'e aşık olmaktan alıkoyamaz. İkili arasında büyük bir aşk başlar. Doğan ve Çiçek; farklı hayatlarına rağmen birbirlerinin yaralarını sarmaya çalışırken, bir ailenin de kaderini kökünden değiştirecektir...Son dönemin en popüler isimlerinden ve sinema perdesinde ilk kez boy gösterecek olan Serenay Sarıkaya ve sinemaya uzun bir ara vermiş olan Nejat İşler'i başrollerine yerleştiren romantik yapımın yönetmenliğini Umur Turagay üstleniyor. Senaryosunu Pınar Bulut'un yazdığı filmin kadrosunda Zerrin Tekindor, İştar Gökseven, Merve Çağıran, Aslı Bekiroğlu ve Özgür Emre Yıldırım gibi isimler yer alıyor.

Serenay Sarıkaya, rolünü çok iyi taşımış. 18 yaşında bıcır bıcır halleri güzeldi. Aşık olduğu hissini iliklerinize kadar hissettiriyor. Bakışları, ses tonlaması, mimikleriyle güzel bir  oyunculuk. sergilemiş. Nejat İşler her zamanki karizması, müthiş ses tonu ve doğal oyunculuğuyla harika işler çıkarmış. Zerrin Tekindor, filmdeki en iyi oyunculuklardan birini sergiliyor. İnsan hayret ediyor izlerken. inanılmaz bir motivasyon ve uyumla oynadığı çok belli oluyor. İştar Gökseven'e ayrı bi parantez açmak istiyorum. Film boyunca kızına çok düşkün, mağrur, anlayışlı bir baba olarak karşımıza çıktı. Sert  mizacı olan anneye göre daha mağrurdu. Oyunculuklar bence başarılıydı, zaten öyle olmasa bu senaryoyla işleri çok zor olurdu. Çünkü çok basit ve hatta yer yer saçma bir senaryoya sahip.

Birçok insanın vurucu sonla bitmesine rağmen etkilenmediği film diyebilirim. Nedeni filmin kurgusu. Sonuna ilişkin hiçbir şey anlatmıyor. Acaba ne oldu diye meraklandıran hiçbir şey işlenmemiş ki. Bir de öykü tek bir olaya dayandığı ve yan karakterler çok zayıf olduğu için sıkıyor izleyiciyi. Bir de senaryodaki zayıflık yüzünden filmin sonu anlattığım şeklinde gerçekleşiyor. Oysa filmin sonunda anlatılan hikayenin bir şekilde örgüde işlenmesi gerekirdi. Bu nedenle izleyici bu da nerden çıktı deyip etkilenmiyor filmden. En azından bana öyle oldu. 

Filmde dikkatimi çeken ayrıntılarda biri de mekanlardı. Şimdiki Türk dizi/filmlerindeki gereksiz zenginlik merakı olayından yakınıyoruz ya, hah işte bu film tam aksiydi. O sebeple mekanlar fazlasıyla doğaldı. Bir de filmin afişini kim tasarladıysa ellerine sağlık harika olmuş.Sonuç olarak yerin dibine sokmaya da abartıp göklere çıkarmaya da gerek yok, ortalama bir iş, sonu sürprizli olmazsa olmaz bir dram filmi.


21 Eyl 2016

Star Trek Beyond


Yeniden başlayan serinin 3. halkası olan Star Trek Beyond filminin yönetmenliğini bu sefer J.J Abrams'tan devralan isim Hızlı ve Öfkeli  serisinden tanıdığımız Justin Lin yapmaktadır. Ana kadroda ise Chris Pine, Zachary Quinto, Simon Pegg, Sofia Butella, Idrıs Elba gibi isimler yer alıyor.

Sonsuzluk'ta Atılgan gemisinin ve cesur mürettebatının epik yolculuğu devam ederken, mürettebat uzayın bilinmeyen derinliklerinde kendilerini ve federasyonun temsil ettiği her şeyi sınayan gizemli, yeni bir düşmanla karşılaşır. Kaptan Kirk ve ekibini yok etme tehlikesi söz konusudur. Ücra bir bölgede iletişime dair hiçbir şey yoktur.

Konu ve senaryo olarak ilk iki film kadar etkili olmasa da, görsel efekt ve aksiyon açısından çok daha iyi bir film. Özellikle Yorktown Merkez Uzay İstasyonun ilk görünüş, tanıtım sahnesi bilim kurgu tarihine geçecek kadar harika. Terk edilmiş gezegenin görüntüleri de keza öyleydi. Uzayda gerçekleşen savaş sahneleri çok sürükleyici, oyuncu kadrosu da bir o kadar iyiydi. Kendi açımdan en dikkat çekicisi "Jaylah" Filmin afişinde bile en önde olmasını filmi izleyince anlıyorsunuz. Uhura yine çok zarif, Dr Bones filmin en eğlenceli karakteri olarak karşımıza çıktı. Yönetmenin genel yapısını böyle bir filme aksettirilmesinden kaynaklanan ufak tefek rahatsızlıklar olsa da geleneksel Uzay Yolu konseptinden çok da uzaklaşmış görmedim. Her şey bir yana film boyunca Leonard Nimoy'un onurlandırılması bence filmin en güzel hareketlerinden biriydi. Ayrıca bir kaç ay önce hayatını kaybetmiş olan Anton Yelchi'i bir daha göremeyecek olmak da ayrıca hüzünlüydü. Bir ara ilk Atılgan mürettebatını gösterdiği an en etkileyici sahnelerden biriydi, özlemişiz.

JJ Abrams önderliğindeki son iki film kadar etkili değildi belki ama güzeldi, tüm seriyi izlemenizi tavsiye ederim. 





15 Ağu 2016

Me Before You

2012 yılında Jojo Moyes'in kaleme aldığı roman Me Before You (Senden Önce Ben) aynı adlı filimin yönetmen koltuğunda Thea Sharrock oturuyor. Kamera arkasında, yaratıcı ekibin içerisinde Oscar adayı görüntü yönetmeni Remi Adefarasin yer alıyor. Başrolleri Emilia Clarke ve Sam Claflin paylaşıyor. Her iki oyuncunun aksanına hayran kaldığımı filme geçmeden belirtmek istiyorum.

Tekerlekli sandalyeye bağlı olarak yaşamını sürdürmek zorunda olan felçli genç adam Will Traynor ile bakıcı olarak küçük bir kasabada yetişmiş olan genç kadın Louisa'nın hikayesine tanık oluyoruz .İkisinin bir araya gelişi onları yeni bir yola sürükleyecektir. İlk başta birbirlerinden hoşlanmayan ikili, farklılıkları konusunda yakınsa da zamanla hayatla ilgili bilmedikleri şeyleri birbirlerine öğretmeye başlarlar. Bu süreçte birbirlerine aşık olan karakterleri zorlu süreci aslında daha yeni başlayacaktır.

Filmleri kitaplarla kıyaslamanın her ne kadar doğru olmadığını düşünsem de kitapta sayfalarca anlatılanı hissettikten sonra izlerken aynı hissi yakalama ihtiyacı duyuyor. O sebepten sahenler çok hızlı geçirilmiş gibi geldi. Tam olarak kitaba bağlı kalınmamış yani bundan kastım son bölümlerde Will, kendi ölümünü istemesiyle alakalı dava kısmını filmde yer vermedikleri gibi anne ve babasının bu olaydan kısa bir süre sonra boşanmış olması gibi küçük ayrıntıları atlamışlar.  Evet, küçük bir ayrıntı olarak gözükebilir fakat dikkatli bir kitap okuyucusunun gözünden kaçmayacak önemli detaylar. Bunların yanı sıra Me Before You'da yer alan manzaralar, mekanlar  karakterlerle resmen bütünleşerek izleyiciyi moda sokmasını başarıyor.

Milyonlarca okuyucu tarafından kabul gören Senden Önce Ben kitabı ufak tefek sıkıntılar dışında uyarlaması hayal kırıklığı yaşatmıyor. Aşk/dram türünde film seviyorsanız, kaçırmayın derim.

10 Haz 2016

Gus - petit oiseau, grand voyage / Minik Kuş


Orjinal adı Gus-petit oiseau, grand voyage olan Fransız yapımı animasyon İngilizce adı Yellow Bird olurken biz de ki çevirisi Minik Kuş olarak yapılmıştır. Filmin senaristliğini Cory Edwards ve Antonie Barraud yaparken yönetmen koltuğuna ise Christian De Vita oturmuştur. 

Filmde yer olan kuşlar Ornitolog Guilhem Lesaffre'nin kitabındaki anekdotlardan yola çıkılarak yapılmıştır. Bir baba ve oğlunun yanlış yönde olan bir kuşu izleyerek görseller oluşturduğunu ve aynı hafta içerisinde Ornitolog Guilhem Lesaffre2nin kuş göçleri hakkında konuşmalarına denk gelen senarist bu durumu işaret olarak kabul ederek bu filmi yazmaya karar vermiş.

Soğuk ve korkunç kışın yaklaşması ile sıcak ülkeleri yollarını tutan göçmen kuş sürüsü, liderleri Darius'un peşinden bir bir havalanmaya başlar. Uzak bir yolculuğun ardından mola bahanesi ile yere inen ve bir kaç yemek ile karınlarını doyuran kuşlar, liderleri Darius'un hastalandığı ve yola devam edemeyeceğini öğrenirler. Bu durumda aralarından en güçlü ve zeki kuşu lider seçmeleri gereken kuşlar, tamamen şans eseri sakar ve bilgisiz bir kuş olan Gus'u lider kabul ederler.Bu karar sürüyü bir bilinmezliğe sürüklerken Gus'a bu yolculuk kendisini keşfetmesi için büyük bir şans olacaktır.

Film eğitici ve öğretici mesajlar içeriyor. Göç eden kuşların avcılardan kaçış sürecini izlediğimde içim burkuldu. Üzüldüm. Filmde bunlar gibi eğitici bir çok mesaj içeriyor. Yetişkin ve çocukların sıkılmadan rahatlıkla izleyecekleri orta seviyede bir animasyon. animasyonu tavsiye ederim.